Türkiye’nin “Amy Winehouse”ı tanımlamasıyla çok
karşılaşıyorum onun hakkında yazılanlara baktığımda. Bu tür benzetmeler illa ki
yapılır ama iyi midir kötü müdür orası tartışılır. Şu bir gerçek ki Sena Şener,
Türkiye’de bir benzeri daha olmayan bir sese sahip. Kendi şarkılarını kendi
yazıp düzenlemesi de bir başka artısı.
Geçtiğimiz yıl ilk albümünü yayımlayan Sena Şener, daha
albümün sıcağı soğumamışken yeni bir tekliyle çıktı karşımıza. Pasaj Müzik
etiketiyle yayımlanan “Ölsem” adlı şarkının söz, müzik ve düzenlemesi Sena
Şener’e ait.
Albümdeki karanlık ve depresif hava bu şarkıda da var ama bu
defa düzenleme dinleyici daha kolay yakalayabilecek bir “sound”a sahip. Amy
Winehouse benzetmesini haklı çıkaracak retro tınılar ve düpedüz “blues” havası
bu türü sevenleri daha ilk dinleyişte etkisi altına alabilir. Dahası bu şarkı
Sena Şener’i mevcut kitlesinin ötesine de taşıyabilir.
Sena Şener’in başından beri beni rahatsız eden entonasyon
problemi de epeyce düzelmiş görünüyor (ya da en azından bu şarkıda öyle.) Şarkı sözleri daha net ve anlaşılır bir
biçimde duyuluyor bu defa. Sesli harflerdeki diksiyon problemi de zamanla
düzelir herhalde.
Sena Şener’in müzikte uzun ömürlü olacağı şimdiden belli
gibi. Olmaz ama olur a bir gün ülke olarak içinde bulunduğumuz depresyondan çıkarsak dinleyebileceğimiz
bir Sena Şener şarkısı bulabilir miyiz onu bilemem.
(15 Ekim 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Sena Şener henüz 20 yaşında. 15 yaşında internete yüklemeye başladığı videolar ve ses kayıtlarıyla kendi kitlesini yaratmış, sonrasında Mahmut Orhan’la birlikte kaydettiği “Feel” adlı şarkısıyla tanınırlığını epeyce artırmış.
2016’dan bu yana dört adet tekli yayımlayarak müziğin profesyonel kulvarından ses vermeye başlayan Şener, Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları projesinde seslendirdiği şarkı ile de adından söz ettirmişti. Sena Şener’in ilk albümü “İnsan Gelir İnsan Geçer”, geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle yayımlandı.
Her şeyden önce çok enteresan, çok kendine has, farklı, karakteristik ve etkileyici bir sese sahip Sena. Ama hepsi bu değil. Şarkılarını da kendi yazıyor ve hatta düzenliyor. Yaşından beklenmeyecek yetkinlik ve olgunlukta şarkılar bunlar üstelik. Neresinden baksanız “özel” bir yetenekle karşı karşıya olduğumuz su götürmez.
Sena Şener’in albümünde daha önce tekli olarak yayımlanmış dört şarkıyla birlikte toplam on şarkı var. Bunların tamamı onun 15 yaşından bu yana yazdığı şarkılar. Mesela “Çirkin Dünya” yazdığı ilk şarkıymış. Albüm kartonet yazısında hem bu albümün oluşum sürecini bu şarkının başlattığını söylemiş hem de müzik eğitimi olmamasına rağmen şarkılarının düzenlemelerini kendisinin yapmasının hikâyesini anlatmış.
Sena Şener’in müziği, şarkıları ve şarkı söyleme biçimi çokça depresif, içe dönük ve kara bulutlu. Zor olanın mutlu şarkılar yazmak olduğunu ve aslında kolay olanı yaptığını anlatıyor röportajlarında. Dinleyici olarak o bulutların gölgesinde kalmaktan hoşnut olduğunuz sürece Şener’in müthiş sesinden ve kendine has dünyasından payınızı alıyorsunuz. Aksi takdirde işiniz biraz zor olabilir.
Müzikal nitelik bakımından kendi sınırları içerisinde son derece özen ve titizlikle hazırlanmış bir albüm bu. Bir bütün olarak iyi. İçinde farklı coğrafyaların tını ve tatları barındıran melodiler, derinlikli sözler barındıran şarkılar var başından sonuna.
Ve fakat Sena Şener’in bir falsosu var ki bence bütün bu artıların karşısında kocaman bir eksi olarak duruyor. O da çok belirgin ve rahatsız edici diksiyon problemi. Evet, biliyorum son yıllarda ne kadar ağzınızın içinden, çeneniz kapalı ve telaffuzunuz bozuk şarkı söylerseniz o kadar “alternatif” buluyorlar sizi ve o yüzden de kimse buna takılmıyor, hatta bazen “doğallığı bozulmasın” diye özellikle yapılıyor ama elbette işin doğrusu bu değil. En azından olmamalı. Şarkı sözlerini dinleyenlerin net bir biçimde anlaması ve kelimelerin doğru anlamlarını bulabilmesi için şarkı söylerken bir parça amatör ruhtan sıyrılmanın Sena’ya büyük faydası olabilir.
Albüm kapak ve kartoneti Fethi Karaduman tarafından çekilmiş fotoğraf ve Kaan Bağcı tarafından yapılmış illüstrasyonlar ve tasarımla şarkıların ruh halini bütün bütüne yansıtıyor. Kitapçıkta şarkı sözlerinin yanlarına iliştirilmiş ve Sena Şener’in tabiriyle “şarkılara sığdıramadığı” cümleler de CD satın alanlar için “bonus”.
Kendi müziğini yazan, şekillendiren ve söyleyen herkesin ama özellikle de Sena gibi çok genç yaşta bunu yapabilenlerin önünde eğilmek lazım. Bunun bir ilk albüm olduğu düşünülürse, bu yolda Sena’yı epey parlak bir geleceğin beklediği de aşikâr. Söylemişti dersiniz.
(26 Şubat 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Şarkı söylüyor, şarkı yazıyor, müzik prodüktörlüğü yapıyor, resim yapıyor, seslendirme ve sunuculuk geçmişi var, gazetecilik mezunu. Yeteneklerini farklı disiplinlerle gösterebilmiş bir müzisyen Evren Uysal. Yakın zamana kadar onu Foma’nın solisti olarak biliyorduk. Mayıs 2016’da ilk solo teklisi “Kötü Karakter”i yayımladı. Ardından “4 İnsan 1 Hayvan Etmiyor” ve Billur Yapıcı ile birlikte seslendirdiği “Mona Lisa” teklileri geldi. Geçtiğimiz günlerde ise Evren Uysal’ın ilk solo albümü “Güzel Şeyler Söyle”, Pasaj Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
Türkiye’de “rock” müzik bir süredir bir buhran geçiriyor. Evet, tam tabiri bu. Memlekette “rock”ın ana akım sahnesine çıkışının ihtişamı ile ana akımın suyuna karışıp bulanmasının pespayeliği arasında müzik takvimlerine göre çok kısa bir süre var. Bu tür müziği icra edip de hâlâ “temiz” kalmaya çalışanların hareket alanı çok dar artık. Evren Uysal işte o dar alandan ses veren bir müzisyen.
Tamamını kendi yazdığı 14 şarkı var Evren Uysal’ın bu ilk albümünde. (Diskografisine baktığınızda 2001 yılında bir albüm, 2003 yılında da bir mini albüm var ama onlar bir etiketle yayımlanmamış, bir nevi “demo” çalışmalar.) Uysal bu albümün prodüktörlüğünü de kendi yapmış, şarkıları yazmak, düzenlemek ve söylemekle kalmamış, albümün büyük kısmında gitarları da çalmış aynı zamanda.
Albümde daha önce tekli olarak yayımlanmış, yukarıda bahsi geçen üç şarkının yanı sıra iki de enstrümantal beste var.
Başından sonuna iyi bir “rock” albümü bu. Foma’dan farklı olarak Uysal solo çalışmasında yer yer akustik, yer yer elektronik öğelere de yer vermiş. “Sound” bakımından nispeten “yumuşak” tınlayan şarkılar, iş şarkı sözlerine geldiğinde dinleyeni düşünmeye sevk etmek gibi bugünün müziğinde artık “sert” sayılabilecek bilecek bir tavır taşıyor. Ana tema albümün adında saklı: “Güzel Şeyler Söyle”. Ama bu güzel şeyler, yaşadığımız hayatın gerçekliğinden de kopuk olmasın. Sokaktaki savaşı da, yalaka lordları, sahte kontesleri de görmezden gelmeyelim.
Başta albüme çok etkileyici bir açılış yapan “Güzel Şeyler Söyle” olmak üzere, “Taş Gibi Soğuk” gibi, “Büyücü” gibi, “Boşver” gibi her biri kendi dilini kurmuş ve yer yer farklı, şaşırtıcı müzikal tonlarla bezenmiş şarkılarla dolu bir albüm bu. Evren Uysal’ın bestelerinde genel olarak bir akılda kalıcılık problemi var, eğer bunu bir problem olarak görenlerdenseniz. İlk dinleyişte kulağa çok “cathcy” gelen bir şarkı bulmakta zorlanabilirsiniz bu yüzden. Bir de bu tür müziğin yabancı emsalleriyle haşır neşirseniz, albümde solist sesinin bir parça fazla ön planda olmasına takılabilirsiniz. Ama albüm o kadar temiz ve net bir “sound” ile başlayıp bitiyor ki, bunu kusurdan saymak ayıp olur. Kaldı ki Evren Uysal’ın şarkıcılığının teklediği bir an bile yok albüm boyunca.
Daha önce yayımlanan teklilerle bu albümün birbirine bağlı tasarım ve görselliği de dikkatimi çeken incelikli bir detay oldu. Buna karşın tek bir açılır kapakla tasarlanmış albümün künyesini ve şarkı sözlerini okumak, hem seçilen renkler hem de epeyce küçük yazı karakterleri nedeniyle imkânsız hâle gelmiş. Bir LP baskısı yapılırsa şayet, bu bir sorun olmaktan çıkacaktır büyük ihtimalle.
Kendi tavrı ve üslubu olan, en ufak ticari hile, üç kağıt, takla içermeyen, çok emek verildiği her halinden belli, bu nedenle de müzikal niteliği yüksek bir albüm “Güzel Şeyler Söyle”. Yıl sonu dökümlerinde kendi kategorisinde yılın iyi albümlerinden biri olarak anılmasına garanti gözüyle bakılabilir.
(Milliyet Sanat dergisi Mayıs 2018 sayısında yayımlanmıştır.)
1936 yılından itibaren 300’den fazla roman yazarak kırılması
zor bir rekora imza atan, birden fazla kuşağın duygu ve düşünce dünyasında
acıklı izler bırakan Kemalettin Tuğcu hayata gözlerini yumduğunda takvimler 18
Ekim 1996 tarihini gösteriyordu. Aynı günlerde henüz 24 yaşında gencecik bir
kız bir ay sonra piyasaya çıkacak ilk albümünün heyecanını yaşıyordu. Hiç
Kemalettin Tuğcu romanı okumuş muydu bilinmez. Henüz farkında değildi belki ama
onun kaleminden çıkanlar da bir başka kuşağın duygu ve düşünce dünyasında izler
bırakacaktı. Bu kez romanla değil; şarkıyla. Zaten yeni nesil de öyle eskisi
gibi acıklı romanlara pek itibar etmiyordu artık. Hayatın sert yanları başka
türlü dile getirilir olmuştu.
(13 Kasım 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Kulüplerin, “beach”lerin, radyolar, müzik televizyonları ve tıklanma kaygılarının dayattığı “sanayi tipi” şarkılar popüler müziği bir bataklığa çeviredursun, bu döngüyü reddeden dinleyiciler ve müzisyenler, topyekun “alternatif” diye adlandırdığımız şemsiyenin altında nefes alıyor nicedir. Akım kendi yıldızlarını yaratıyor ve ne dinleyicisi ne de üreteni milyarlarca tıklanmayı, günde bilmem kaç kere radyo döngüsüne girmeyi filan dert ediyor.
Alternatif akımın kaçınılmaz yükselişinde alternatif televizyon yayıncılığı yapan YouTube platformlarının etkisi büyük. Garaj Stüdyo da bu platformlardan biri. Pasaj Müzik’in bir oluşumu Garaj Stüdyo ve uzun süredir sektöre taze kan pompalıyor.
Mahmut Çınar’ın ilk resmi klibi “Satır Satır”, Kasım 2016’da Garaj Stüdyo’da yayınlanmıştı. Söz ve müziği kendisine ait olan ama Bülent Ortaçgil kokusu bir hayli hissedilen bu şarkıyı Gözde Öney’le beraber seslendiriyordu Mahmut Çınar. Sonrasında yine Gözde Öney’le bir düet, “Eski Bahar Şarkısı (Sen Oku)” yayımlandı. Çınar’ın bu defa solo olarak dinleyici karşısına çıktığı “Güz Geçer” ise Eylül 2017’de servis edildi.
Bahçeşehir Üniversitesi’nde öğretim üyesi olduğu dışında bir bilgiye ulaşamadım hakkında. Yani işin “PR” kısmı henüz işletilmemiş görünüyor. Buna karşın sadece bu üç şarkıyla kendine bir kitle edindiği aşikar. Her şeyden önce iyi bir şarkı yazarı Mahmut Çınar. Alternatif müzik üretmenin şartıymış gibi (hele ki bir de elinde gitar varsa) yaya dağıta şarkı söylemek yolunu seçenlerden de değil. Doğru düzgün şarkı söylüyor, şarkılarının bir derdi var ve o derdi inandırıcı bir biçimde dillendiriyor. Ve dinleyende daha fazla şarkısını duyma, dinleme hissi uyandırıyor.
Henüz dinlemediyseniz mutlaka dinleme listenize ve takibe alın. Kârlı bir keşif olacaktır.
(20 Ekim 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Sesi güzel, aralığı geniş, tınısı farklı olmak, sesini iyi kullanmakla “iyi şarkı söylemek” aynı şey değil. Bunu bin kere yazsam yeri. Özellikle son dönemde alternatif müzikte tanış olduğumuz gencecik çocukları övgüye boğarken bu cümleyi de araya sıkıştırmak lazım zira.
Ben Sena Şener’i dinleyemiyorum. Başından beri sesini çok sevdim, sesinin en sakin şarkıda bile yırtıcı tınısını, sesini kullanma biçimini, karakteristik vurgularını çok sevdim. Ama ya diksiyon? Bütün sesli harfleri kulağa batacak kadar bozuk. Özellikle de “e” ve “a” harflerini telaffuzu. Sosyal medya hesaplarında hakkında yazılan bilgilere baktığım zaman bir yurt dışı macerası göremedim. Şayet yoksa gerçekten, bu diksiyon sorununun da bir mazereti yok demektir. Artık “amatör” olarak da adlandıramayacağımıza göre, Sena Şener’in benzersiz ve çok parlak bir şarkıcı olma yolundaki bu handikabı bir an önce bertaraf etmesi gerekmez mi?
Bunu bir kenara koyalım… Sena Şener, bundan yaklaşık iki sene önce internet üzerinden adını duyuran genç isimlerden biri. Önce amatör video ve ses kayıtları, ardından Sofar ve B!P performansları ve 2016 başlarında Mahmut Orhan’la birlikte kaydettiği “Feel”le gelen tanınırlık. İlk profesyonel anlaşma ve Pasaj Müzik etiketiyle piyasaya çıkan ilk tekli “Bak Bana” ise 2016 sonuna tekabül ediyor. Sonrasında “Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları” projesinde Kiremitçi ile birlikte seslendirdiği “Birden Geldin Aklıma” Şener’in tanınırlığına biraz daha ivme kazandırdı. 2017 Mayıs ayında ikinci teklisi “Ona”yı yayımlayan Sena Şener’in geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan üçüncü teklisi ise “Sevmemeliyiz” adını taşıyor.
Daha önceki iki şarkısı gibi bu şarkının da söz, müzik ve düzenlemesi Sena Şener’e ait. Her şeyden önce çok etkileyici, çok çarpıcı, ilk dinleyişte iz bırakan şarkılardan. Sena Şener’in söylediği her şarkı sesinin duyulduğu ilk anda dinleyiciyi kavrayıp içine alabiliyor; bu da çok ender bulunan bir şarkıcılık mucizesi ki bu şarkıda da aynı şey oluyor. Şarkının melodik yapısı pekâlâ “blues” ama düzenleme yerli kulaklara daha yatkın bir yerden ilerliyor.
İlk paragraflarda bahsettiğim çekince üzerine çalışır ve “Sena Şener müthiş yaaa”cıların yarattığı “oyuncak zaferlere” itibar etmezse (ki o yaşta bunun kolay olmadığını kabul ediyorum), Sena Şener’in yakın geleceğin en parlak yıldızlarından biri olması an meselesi. “Söylemişti,” dersiniz.
(24 Temmuz 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Bugünün “teenage” müzik dinleyicisi ana akım müzik yayıncılarına, medyaya müthiş bir tepki veriyor. İzlemiyor, dinlemiyor, takip etmiyor. Onların akıllı telefonları ve o telefonlarla yarattıkları bir dünya var. Kendi trendlerini kendileri belirliyor, kendi starlarını kendileri yaratıyorlar. Müzik yapımcılarının YouTube’da yetenek avına çıkması boşuna değil. Ne televizyonlarda yayınlanan yarışmalardaki gençler ne de parasıyla pompalanan eskiler/yeniler bu kadar etki yaratabiliyor çünkü.
Artık iyi kötü gitar çalabilen, şarkı söyleyebilen, bir video kaydedip YouTube’a yükleyebilen kendi dinleyici kitlesini yaratmanın ilk adımını atmış oluyor. Sonra kulaktan kulağa yayılıyor, linkler telefondan telefona dolaşıyor ve ana akım medyada hiç görmediğimiz, duymadığımız yeni yeni starlarımız oluyor. O sırada klasik ekolden gelenler “Bilmem ne TV’de klibim yayınlanmıyor,” diye tepinip dururken gençlerin eğilimlerine ana akımın etkisinin giderek sona ermekte olduğunun ne yazık ki farkına varamıyor.
İşin burası böyle. İyi hoş, ama müzik bu kadar basit bir iş değil. Profesyonellikle amatörlüğün arasında emeksiz, çabasız kolayca geçilemeyecek çok kalın bir çizgi var. İnternette şu veya bu şekilde çok tıklandı, çok izlendi, fenomen oldu filan diye yapımcıların/yayıncıların çizgi filmlerdeki gibi gözlerinde dolar işaretleri yanıp sönerken sözleşme imzalayıp yazar, oyuncu, şarkıcı yapmaya niyet ettiklerinin vasıf, donanım ve altyapı eksiklikleri bir süre sonra yaşanacak hayal kırıklıklarının da sebebi oluyor. “Hayal Et Sevgilim” İrem nerede şimdi? “Kalbime Gömerim O Zaman” Gökçe Kırgız nerede? Yılın en çok tıklanan şarkılarından birine kerameti kendinden menkul bir imza atan Çağatay Akman’ın ne kadar “ham” olduğu daha yakınlarda ortalığa dökülüvermedi mi?
Yani fenomen olmak iyi hoş da profesyonelliğe geçiş bu kadar kolay olmamalı. Olmaz. Bir yerden patlak verir.
Bunları yazmamın sebebi Ece Mumay değil. Zira Ece Mumay en azından yaptığı işin altını doldurabilecek bir eğitim alıyor halen. Sesi gayet güzel, iyi de kullanıyor. İnternetteki şöhreti daha 18 yaşında onu Pasaj Müzik gibi gayet ciddi bir firmayla anlaşma imzalamaya kadar götürdü. Buraya kadar her şey şahane. Ama profesyonel bir işin amatör bir işten farkı olmalı. O profesyonel dokunuş, YouTube videosunun altına yazılacak bilmem kaç yüz tane “Aaa bu şarkının eski hali daha iyiydi, rezil etmişler şarkıyı” yorumu göze almak pahasına kendini göstermeli. Aksi takdirde elbette eski hali daha iyi görünür göze.
Pasaj Müzik’le anlaşma imzalamasının ardından önce kendi bestesi olan “Belki Bir Gün”le giriş yaptı sektöre Ece Mumay. O şarkı yeterince ses getirmedi. Bunun üzerine ikinci tekli şarkısı olarak Mumay’ın amatör videoları arasında en çok tıklananlardan biri olan “Vazgeç Gönül” seçildi. Şarkının sözleri Kubilay Çalcalı ve Şahin Çelik ortak imzasını taşıyor, bestesi Kubilay Çalcalı’ya ait, düzenleme ise Caner Karamukoğlu tarafından yapılmış. Tıpkı amatör videoda olduğu gibi Ece Mumay şarkıyı yine tek bir gitar eşliğinde, sakin sakin söylüyor. Tek fark, bunun bir stüdyo kaydı olması. Klip bile amatör video durağanlığının izlerini taşıyor.
Bu defa tıklanma sayısı üç milyonu aşmış yani bu strateji işe yaramış. Ama notaları gayet düzgün basan bu gencecik kızımıza kimse kelimeleri de düzgün telaffuz etmesi gerektiğini söylememiş. Şarkı boyunca hiç “vazgeç” diyemediğini, hep “vasssgeç” dediğini mesela. Neden? Doğallığı bozulmasın diye mi? Peki buradan varacağımız yer neresi? Bir amatörden bir profesyonel yaratmak mı yoksa bir amatörü amatör bırakmak mı? “Nasılsa böyle sevildi, böyle kalsın” mı?
Aynı şey Feride Hilal Akın için de geçerli, Sena Şener için de (hatta farklı kulvarda olmasına rağmen Aleyna Tilki için de…) Daha başka örnekler de var. Twitter fenomeni biri kitap yazdığında o bile bir “editör”ün elinden geçiyor, yazım hataları, ifade yanlışları düzeltiliyor. Bir profesyonel dokunuş olmayacaksa yapılan işin profesyonel olmasının sebebi ne? Sadece para kazanmak mı?
Ece daha çok küçük. Bana kırılmasın, küsmesin, hevesini ve cesaretini de kaybetmesin. Bu meseleyi yazmak için vesile ettim sadece onu. Sektörün bu konuda biraz dürtülmeye ihtiyacı vardı çünkü.
(18 Nisan 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
1993 yılında Ali Kocatepe, 10 yıl aradan sonra yeniden Nükhet Duru’nun yapımcısı olmak üzere kolları sıvar. 1977-1979 yılları arasında yayımlanmış ilk dört Nükhet Duru albümün yapımcısıdır Kocatepe. Ama daha da önemlisi “Melankoli”, “Ben Sana Vurgunum”, “Çakır”, “Benimsin Diyemediğim” gibi her biri birer klasik olacak Nükhet Duru şarkılarının da bestecisidir aynı zamanda. İkili 1983 yılında bir kez daha bir araya geldiklerinde ortaya çıkan iş bu defa bir 45’liktir. Yine Ali Kocatepe’nin sahibi olduğu 1 Numara Plakçılık etiketiyle yayımlanan bu “dev 45’lik”te yine Ali Kocatepe’nin iki bestesi vardır.
Aradan 10 yıl geçtikten sonra ise bu defa ilk kez Sezen Aksu’nun prodüktörlüğünde bir albüm için hazırlıklara başlayan Nükhet Duru’nun yapımcısı yine Ali Kocatepe’dir. Sezen Aksu o günlerde Kocatepe’ye Nazım Hikmet’in bir şiirini bestelemesini önerir. Başta Sabahattin Ali olmak üzere nice şairin şiirini bestelemiş Kocatepe için bile zor bir şiirdir “Günler” çünkü içinde “geberiyorum” gibi bir şarkıda pek de sevimli durmayacak bir kelime vardır. Buna karşın Kocatepe, şiiri çok ustalıklı bir biçimde bir şarkıya dönüştürmeyi başarmakta zorlanmaz. Üstelik şarkının adı da “Geberiyorum” olur.
Bu şarkı Nükhet Duru’nun 1994 yılı Şubat ayında yayımlanan ve kendi adını taşıyan albümünde dinleyici karşısına çıkar. 2006 yılında Ali Kocatepe şarkılarını farklı şarkıcılar tarafından seslendirdiği ve bir nevi saygı albümü sayılabilecek “41 Kere Maşallah” adlı albümde aynı şarkıyı bu defa Ferhat Göçer seslendirir. 2015’de ise aynı şarkı Ahmet Aslan’ın “Na-Mükemmel” albümünde yer alır.
Şarkının hikâyesini anlatmak zorundaydım zira Athena’nın bugünlerde yeniden seslendirdiği bu şarkı alelade bir “cover” değil. Kıymetli bir şiirden bestelenmiş kıymetli bir şarkıyı kıymetli bildiğimiz bir gruptan dinliyoruz nihayetinde. “Geberiyorum”un Athena düzenlemesinin yer aldığı tekli geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle yayımlandı.
Epeyce konuşulan “Ses Etme” video klibinden ve aynı şarkının 7 farklı versiyonunun bulunduğu tekliden sonra Athena’nın bu şarkıyla karşımıza çıkması belli ki tesadüf değil. Bir karşı duruş gösterme, bir çomak sokma (neye karşı duruş, neye çomak sokma orası karışık olsa da) durumu söz konusu, amenna. Gelin görün ki Athena’nın “Geberiyorum”a bu anlamda fazladan bir şey kattığını söyleyebilmek zor.
Şarkının ilk versiyonundaki senfonik hâl, şiirdeki hüznü ve isyanı ve umutsuzluğu ve umudu yansıtma (ya da katlama) biçiminin yanından bile geçtiği söylenemez. Ne şarkının düzenlemesinde ne de Gökhan’ın söyleyiş biçiminde “geberen” birinin sesini duymak mümkün. Athena’nın herhangi bir şarkısı için bile fazla romantik ve sade suya tirit bir tavır bu. Bu doğru şarkı - doğru grup eşleşmesinden bu yanlış sonuç nasıl ve neden çıkmış onu bilmiyorum ama benim size tavsiyem bu şarkıyı ilk haliyle, Sadun Ersönmez’in düzenlemesiyle Nükhet Duru’dan dinlemenizdir. Tüyleriniz diken diken olmazsa para yok.
"Mesela
televizyon programını izlediğinde aslında ne kadar kaşının gözünün seğirdiğini,
utandığını, o anda özgüvensiz olduğunun çok belli olduğunu fark ediyorsun.
Kendini çirkin buluyorsun filan. Sonra bir de şeyler başlıyor… Mesela klip
çekerken yönetmen “Öyle durma, sola doğru bak,” diyor, sen anlıyorsun ki sağ
tarafında hiç iş yok. Stüdyoda kayıt yapıyorsun, aranjör “Şurada sesini
Melodyne’la düzeltmek gerekebilir,” diyor. Yani her şekilde egon törpülenmeye başlıyor. "
Geçtiğimiz aylarda Pasaj Müzik işbirliğiyle hayata geçirdiği "Saz Söz Mavi" projesi kapsamında her ay yeni bir şarkıyla dinleyici karşısına çıkıyor Mavi. Mavi'yle müzik yolculuğunu, müzik sektörünü ve daha fazlasını konuştuk.
(6 Mart 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.) Yıllardır aktif olarak müziğin içinde olan, işinin ehli, tecrübeli ve dahi birlikte başka işlere de imza atmış bir grup müzisyen bir grup kurarsa ne olur? Daniska olur.
Grup, resmi Facebook sayfasında şöyle tanımlamış kendini: “Ezber bozmayan müzik grubu Daniska, Hüseyin Çebişci, Efe Demiryoğuran, Evren Arkman, Deniz Bayrak ve Gökhan Tümkaya'dan oluşmaktadır. Toplam 426 kilo ve 202 yaşında olan grup daha önce sayılı başarıya imza atmıştır. Rakamla 1, yazıyla bir...”
Bu espri anlayışı, bu kendiyle dalga geçme ve kasıntısızlık hâli grubun Twitter hesabında da kendini gösteriyor. Alt metin şunu söylüyor ki Daniska keyfekeder, mutlu mesut müzik yapmak için kurulmuş bir gruptur. Ve bu duruşuyla bütün bu müzikal kaos, kıyasıya mücadele ve rekabet ortamında akıntıya karşı kürek çeken müzisyenlerin bir antitezi olabilir. İşin komiğini çıkarmaları elbette komik olmak için değil, orası belli.
Daniska’nın ilk teklisi “Hep Böyle Olur”, geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle yayımlandı. Şarkının söz ve müziği Gökhan Tümkaya imzası taşıyor.
Aslında şarkı Ocak ayında Garaj Stüdyo’nun YouTube kanalında yayınlanmış önce. Ondan bir süre sonra yine aynı kanalda yayınlanan bir sonraki şarkıları “Hüzün Makamı” ise sanırım daha sonra tekli olarak yayınlanacak. Şarkıların öncelikle YouTube kanallarından / hesaplarından servis edilmesi yakın dönemde daha sık karşılaşacağımız uygulamalardan biri olacak galiba. YouTube videolarının televizyon ve radyolardan daha fazla reyting getirmeye başladığı bir sır değil çünkü.
Başta da yazdığım gibi, işinin ehli müzisyenlerin kaygısız kedersiz yazıp çizip, çalıp söylediği bir şarkı “Hep Böyle Olur”. Akustik müziğin tadı da cabası. Sevmemek için bir sebep yok, sevmek için çok sebep var.
(13 Şubat 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Uzunca bir süre bir parçası olduğu Atlas macerasının sona ermesinden sonra Tuna Kiremitçi’nin müzikte nasıl bir yol izleyeceğini öğrenmemiz için çok zaman geçmesine gerek kalmadı. 2016 Temmuz ayında Pamela ile düet yaptığı “Uçmak İstiyorsan” adlı şarkı servis edildi önce, sonra arkası geldi. Periyodik bir biçimde sunulan düet şarkılar, “Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları” projesinin parçalarıydı. Projenin aynı adlı albümü ise Ocak 2017’de Pasaj Müzik etiketiyle yayımlandı.
Albümde yer alan 10 şarkının 5’i tanıdık. Kiremitçi’nin ilk grubu Kumdan Kaleler döneminden “Bu Aşk Burada Biter” ve “Sana Dair”, ilk ve tek solo albümünden “Birden Geldin Aklıma”, Atlas döneminden “Bana Sebepsin” ve “Bu Kaçıncı Sonbahar” daha önceden bildiğimiz Kiremitçi şarkıları. Bunların tamamı gibi diğer 5 şarkının söz ve müzikleri de Tuna Kiremitçi’ye ait (Ataol Behramoğlu’nun şiiri “Bu Aşk Burada Biter” hariç.)
Düetlerde ise sırasıyla Pamela, Özge Fışkın , Öykü Gürman, Gülçin Ergül, Jehan Barbur, Yıldız Tilbe, Sena Şener ve Gülay’ın yanı sıra oyuncu olarak tanıdığımız Gonca Vuslateri ve Gökçe Bahadır var.
Yazarlığı, köşe yazarlığı, sinemacılığı ve şarkıcılığı hakkında olumlu ya da olumsuz bir şeyler söylenebilir, söylenmiştir belki ama kabul etmeli ki Tuna Kiremitçi iyi bir şarkı yazarı. Güzel ve etkili melodiler, şiirli sözler buluyor, yazıyor ve bunu daha çok genç olduğu ilk dönemlerinden beri yapıyor. Haliyle bu albüm de öncelikle şarkılarının gücü, Hüseyin Cebişçi, Cihangir Aslan, Efe Demiryoğuran ve Evren Arkman’ın imzaları bulunan akustik düzenlemeleri ve elbette renkli bir skaladaki konuk solistleriyle dinleyeni başından sonuna dek avucunda tutmayı başarıyor.
Bir kere proje albüm kategorisinde bu albüm tek başına fikir olarak bile çok zekice ve farklı. Albümü birden ortaya sürmektense şarkıları tek tek servis ederek ilgiyi sıcak tutmak fikri de öyle. Şarkılar için çekilen kliplerin birbirine çok benzer olması, albümle birlikte verilecek bir DVD için makul olsa da, periyodik olarak servis edildiğinde o benzerlik algısının dezavantaja dönüşme riski ise bence işin aksayan tarafı idi. Bir de kliple servis edilen şarkıların tüm dijital platformlarda eşzamanlı satışa sunulmaması da kafa karışıklığı yaratttı.
Bununla birlikte her bir şarkının (düetin) tek başına servis edilebilecek güçte olması, projenin en büyük avantajı oldu kuşkusuz. Çok kişinin “Bu da çok iyi,” dediğine, yazdığına şahit oldum bu süreç içerisinde.
Şarkı yazarlığında çıtayı daha en baştan yüksek tutmuş Tuna Kiremitçi’nin şarkıcılık anlamında ise Kumdan Kaleler’den bu yana çok farklı bir noktaya geldiğini söylemek mümkün. Aşağı yukarı Atlas ile birlikte başlayan daha olgun, daha gevrek ve kırçıllı şarkı söyleme biçimini bu albümde de sürdürüyor Kiremitçi. Bu “old school rock star” edası yakışıyor da şarkılarına. Tabii bu defa Atlas şarkılarındakine kıyasla daha yumuşak ve daha sakin. Bu haliyle de yer yer İlhan Şeşen’i anımsattı bana (“Bana Sebepsin” de özellikle.)
Albümde en çok Pamela düeti “Uçmak İstiyorsan” ve Gülay düeti “Varsın Bu Dünyada”yı sevdim. Pamela da Gülay da söyledikleri her şarkıya katma değer ilave eden şarkıcılar ve Kiremitçi ile ortaklıkları da müthiş sonuç vermiş. Yanı sıra Özge Fışkın düeti “Bana Sebepsin” ve Yıldız Tilbe düeti “Yine Sevebilirim” favorilerim arasında yer aldı. Hem Gonca Vuslateri hem de Gökçe Bahadır’ın değme şarkıcıları aratmayan performanslarını sevdim. Buna karşın içeriğin bütününde ayrık otu gibi duran Öykü Gürman düeti “İyi Şeyler”, albümde en az sevdiğim şarkı oldu. Öykü Gürman şüphesiz iyi bir şarkıcı ama bu klasmanda doğru yerde değilmiş gibi duruyor.
Yavuz Meyveci’nin kapak fotoğrafı ve Berkcan Okar’ın beyaz rengin hâkim olduğu minimalist kartonet tasarımı ile satışa sunulan albüm bir bütün olarak günümüzde giderek azalmakta olan albüm konseptinin ne kadar doyurucu, ne kadar dolgun ve de müzikseverler için ne kadar vazgeçilmez olduğunu hatırlatıyor bir kez daha.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.