Demet Akalın Harbiye Açık Hava Konseri 1 Ağustos 2019
“Hiii, Gülşah Saraçoğlu mu o?” dedi
kızın biri. Nasıl mutlu, nasıl heyecanlı! Yüzünü görmedim, kimdir, kimin
nesidir bilmiyorum, sadece sesi çalındı kulağıma. Sesindeki sevinç, coşku içimi
titretti. Açık Hava’nın kulis kapısından çıkıyorduk. Demet Akalın’ın “fan”ları
bekleşiyorlardı. Onlardan biri Gülşah Saraçoğlu’nu görmüştü. Ünlü görmenin
sevinci havai fişek gibi patlamıştı sesinde. Benimse gözümün önünden hâlâ
pullar, payetler, simler, neonlar, fosforlu pembeler, turuncular geçiyordu.
Müziği bırakabilirdim. Kafam şişmişti.
Demet Akalın onu yıllardır nasıl biliyorsak hâlâ öyle. Yine
boş yapana postasını koyuyor, “geberesice” sevgilisinin ağzının üstüne bi’
vurası geliyor, “N’apalım len, ölelim mi?” diye soruyor, aşkından süründürüyor,
sonra “Hadi bana eyvallah,” deyip gidiveriyor. E gezecek tabii, sevecek tabii,
daha yeni başlıyor.
(30 Temmuz 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
“Delikanlım”la başlayan şarkı yazarlığı, o çok kendine has sesinin de şarkıcılığının da önüne geçer zaman içerisinde. Özellikle 2000’lerden sonra yazdıklarını arabesk bulanların aksine, ne arabesk şarkıların hece vezinli, kafiyeli cümleleri vardır onun şarkılarında, ne de ortalama şarkı formuna uygun müzikal kalıplar. Kendisi gibi şarkıları da uyumsuzdur; sıraya girmez, ölçüye sığmaz. Bir yerden sonra şarkıcılığı da buna ayak uydurur. İlk albümlerindeki o edepli şarkı söyleme stili, yıllar içerisinde başına buyruk, delibozuk bir biçim kazanır.
2005’de Milliyet Sanat dergisi için kaleme aldığım Yıldız Tilbe yazısında kurmuşum bu cümleleri. Herkesi bilmem ama benim için iki Yıldız Tilbe var: 2000 öncesi her albümündeki her şarkıyı ezber ettiğim Yıldız Tilbe. 2000 sonrası ise sadece bazı şarkılarını sevdiğim ve dinlediğim Yıldız Tilbe. Nitekim bu ayrımın gerekçesini de yukarıdaki paragrafta özetlemişim.
Buna karşın memlekette herkesin ortak paydası olabilmiş şarkılar yazmış ve yazmaya devam eden parmakla sayılacak kadar az şarkı yazarından biri Yıldız Tilbe; bunu kabul etmek lazım. Çok iyi biliyorum ki herkesin sevdiği en az bir Yıldız Tilbe şarkısı var. Yaşlısının, gencinin, o türü, şu türü ya da bu türü sevenlerin…
Bunda en önemli etkenlerden biri de Tilbe’nin bizzat kendisi şüphesiz. Şarkıları o kadar canından, kanından çıkarıp yazıyor ve şarkı yazma matematiğini o kadar kendine has işletiyor ki, Yıldız Tilbe şarkılarını ondan başkası söylediğinde o şarkının Yıldız Tilbe’ye ait olduğunu bir şey bize bir şekilde hissettiriyor her defasında. İster istemez onun sesini de duyuyorsunuz fonda. Bütün o deli dolu, müdanasız, fütursuz halleri tüm gerçekliğiyle siniyor şarkılarına ki bu da pek az rastlanılan bir şeydir.
Yıldız Tilbe şarkılarının başka şarkıcılarca seslendirildiği bir albüm ticari açıdan çok parlak ve çok akıllıca bir fikirken artistik anlamda riskli bir işti bu yüzden. Yıldız Tilbe’nin karakteristik sesi ve şarkı söyleme biçimi ile sevdiğimiz şarkıları başkalarından dinlemek ne kadar cazip olabilirdi? Her saygı albümünü dinlemeden önce hep aklımızın bir köşesinde beliren bu soru işareti “Yıldız Tilbe’nin Yıldızlı Şarkıları” albümleri için bu defa çok daha kocaman belirecekti belki de.
“Yıldız Tilbe’nin Yıldızlı Şarkıları” projesi handiyse bir külliyat misali, kallâvi iki albümden oluşuyor (şimdilik.) Geçtiğimiz günlerde Özdemir Plak etiketiyle yayımlanan ve ikişer diskten oluşan ilk iki albüm yeterince yüklü iken, serinin devamının geleceğini de biliyoruz.
İki albümde toplam 39 şarkıcı var ve Zerrin Özer ve Sibel Can dışındaki bütün şarkıcılar ‘90 sonrası kuşaktan (İlk kez bu albümde şarkı söyleyen aranjör Selim Çaldıran’ı ve ismi Zara olmadan önceki kariyeriyle Zara’yı ayrı tutuyorum.) Gelin görün ki nispeten yakın dönemden kurulmuş bu kadronun içinde daha da yakın zamanda tanış olduğumuz gençler de var. Kimse alınmasın, darılmasın ama albümleri ilk dinlediğimde kendi kendime mırıldandığım “Ne varsa gençlerde var,” cümlesinde kast ettiğim gençler tam da onlar oldu. Hepsi değilse bile bazıları en azından.
Nitekim albümlerdeki şarkılar yapımcı şirket tarafından şarkıcı isimlerine göre alfabetik sıraya dizilmiş (her iki “volüme”ün önce birinci diskleri, sonra ikinci diskleri olmak üzere) ama tesadüf mü desem ne desem bilemedim, dört diskin açılışında da (eski tabirle her birinin “A1”inde) gençler var: Aleyna Tilki, İrem Derici, Edis ve Oğuzhan Koç.
Madem yeri geldi, peşin peşin söyleyeyim: Benim bu iki albümün toplamında en beğendiğim, özgün, orijinal ve farklı bulduğum iki şarkının biri Aleyna Tilki’nin Emrah Karaduman düzenlemesiyle söylediği “Yalnız Çiçek”, bir diğeri de Edis’in Batu Çaldıran düzenlemesiyle söylediği “Buz Kırağı” oldu. İkisi de zamanında büyük “hit” olmamış şarkılardı ama şimdi, bu bambaşka halleriyle doğrudan öne çıkıyorlar.
Ama mesela Selim Çaldıran’ın düzenlemesinin de İrem Derici’nin yorumunun da “Bin Dereden”e yeni bir şey kattığını söyleyebilmek zor. Şarkının orijinal versiyonundaki gümbür gümbür vurmalıları kulaklarım aramadı desem yalan olur. Bakıldığında bu “atarlı” şarkının İrem Derici için doğru seçim olduğu çok açık ama nedense İrem şarkıyı hikâyesindeki o ruh halinden çok uzak bir biçimde seslendirmiş.
“Çat Kapı” da Oğuzhan Koç için gayet ticari ve doğru bir seçim olmuş zira gençler Oğuzhan Koç’un o burundan burundan “damar damar” şarkılar söylemesini pek seviyorlar (hatta bu ara onu taklit eden bir genç şarkıcı bile çıktı.) Tahammül edene mâni olamam ama ben tahammül edemeyeceğim müsaadenizle.
Kendi aranjörüyle çalışanlar dışında albümdeki şarkıların büyük kısmı Selim Çaldıran tarafından düzenlenmiş. Ne var ki Çaldıran bazı şarkılarda sanki biraz acele etmiş yetiştirmek için. Zira bu çapta bir proje için kısa denilebilecek bir sürede kotarıldı bu albümler. Belki de Tilbe öyle istedi, bilmiyoruz ama Yıldız Tilbe’nin özellikle son yıllarda yaptığı albümlerde çok net görüldüğü üzere işin düzenleme kısmına fazla özendiği söylenemez.
Mesela İlyas Yalçıntaş ve “Arzular Arsız” eşleşmesinden daha parlak bir sonuç beklerdim. Cem Belevi ve “Aşkın İçinde Aşk Var” eşleşmesinden de. Zira her ikisi de yeni kuşakta parlak işler yapmış ya da yapabilecek potansiyelde şarkıcılar ama nedense bu albüm için kendi seçtikleri aranjörle çalışmayı tercih etmemişler ve sonuç yavan olmuş. Şarkıların büyük kısmında şarkıcılarda fark edilen Yıldız Tilbe gibi şarkı söyleme tuzağına açık seçik düşenlerden biri de Cem Belevi olmuş; yeri gelmişken onu da söyleyeyim.
Buna karşın “Vazgeçtim”de Ozan Doğulu düzenlemesiyle Ece Seçkin şaşırtıcı bir performans sergiliyor. O “lolipop” şarkılar söyleyen “tiki” kızın bu zor şarkının üstesinden böylesine gelmiş olması (ki gayet iyi şarkıcı olduğunu da bilmeme rağmen) albümün sürprizlerinden biri oldu benim için.
Yıldız Tilbe şarkılarındaki arabesk havanın hakkını verebileceğinden hiç şüphe duymayacağım iki genç isim, Derya Uluğ ve Merve Özbey de üzerlerine düşeni hakkıyla yerine getiriyorlar albümde. “Ayrılığın Yükü Ağır”ı Osman Çetin, “Vuracak”ı da Batu Çaldıran düzenlemiş. Her iki şarkının da müzikal anlamda orijinal düzenlemelerinin üzerine çıkabildiklerini düşünmedim dinlerken ama en azından güne ayak uydurmuşlar denilebilir.
Bu arada Selim Çaldıran ustanın hakkını da büsbütün yemiş olmayayım. “Yar”da hem aranjör olarak Çaldıran hem de solist olarak Elif Kaya parıl parıl parlıyor. Bence tüm şarkılar arasında en göze çarpanlardan biri olmuş “Yar” bu haliyle.
Yakın dönemde Derya Uluğ ile birlikte yazdığı şarkılarla adını ezber ettiğimiz Asil Gök ilk kez bu albümde şarkıcı olarak çıkıyor karşımıza. “Hastayım Sana” Metehan Köseoğlu’nun düzenlemesi ile Tilbe’nin “damar” şarkılarını sevenlerin albümde beğenecekleri yorumlardan biri olabilir. Şarkı Asil Gök’ün geniş ses aralığını gösterebileceği bir tonda düzenlenmiş düzenlenmesine ama bu kadar tiz perdelerde dolaşmaya gerek var mıydı, onu bilemedim.
Aranjör Cüneyt Yamaner’in klasik kemençeyi renk saz olarak kullandığı “chill-out” düzenlemesiyle “Bir Alo De”yi Bahadır Tatlıöz seslendiriyor. Nasıl bir şarkı söylerse söylesin hep aynı şarkıyı söylüyormuş hissi uyandıran bir şarkıcı Bahadır Tatlıöz. Bu şarkıda da durum değişmemiş.
Simge’nin seslendirdiği “Zaten Aşığım”ın Batu Çaldıran düzenlemesi gayet güzel güzel olmasına ama Simge belli ki şarkıyı çok kısa sürede çalışıp sindirmeden stüdyoya girmiş ve Tilbe’nin prozodi hatalarını bile birebir tekrar etmiş. Yine Batu Çaldıran’ın düzenlemesiyle orijinali yavaşken hızlanmış “Seni Seve Seve”de Emre Kaya umulandan fazlasını vermiyor. Selim Çaldıran’ın düzenlemesiyle “Vursalar Ölemem”i seslendiren Berkay da öyle.
Albümlerde iki şarkı ikişer kere söylenmiş. Bunun ne derece doğru bir karar olduğu tartışılır. Şarkıcılar bahis konusu şarkılarda ısrar etmiş ise, bunun bir kıyaslanma durumu yaratarak en çok onlara zarar vereceği bir gerçek. Bu şarkılardan biri “Ummadığım Anda”. Göksun Çavdar’ın şarkının orijinal düzenlemesine sadık kalarak zenginleştirdiği akustik düzenlemesi ne kadar iyi olsa da bu şarkı Koray Avcı’nın sesinde hiç ama hiç parlamıyor. Aynı şarkıyı Röya da Selim Çaldıran’ın düzenlemesiyle söylüyor. Röya’nın dolgun sesi ve eski stil “club” düzenlemesi ile şarkının bu versiyonu (radyolarda ve kulüplerde çalınma açısından) daha avantajlı görünüyor.
Tekrarlanan diğer şarkı ise “Kış Güneşi”. Bu şarkının Hande Yener ve Niran Ünsal’dan başka Ajda Pekkan tarafından da kaydedildiğini, hatta Pekkan’ın Altın Kelebek ödül töreninde sahnede söylediğini biliyoruz. Sonra nedense o versiyon bu projeye girmedi. “Kış Güneşi” sözleri Yıldız Tilbe tarafından yazılmış bir Nurhat Şensesli bestesi ve zamanında Tarkan tarafından seslendirildiği için başka bir kategoride duruyor gibi. Niran Ünsal’ı bilmem ama Pekkan’ın ve Yener’in bu şarkıya talip olması boşuna değildi.
Ne var ki şarkının ne Devrim Karaoğlu düzenlemesiyle Hande Yener versiyonu ne de Selim Çaldıran düzenlemesiyle Niran Ünsal versiyonu heyecan yaratıyor. İlk bakışta bu iki iyi şarkıcıdan bu şarkıyla ilgili beklentiniz yüksek oluyor haliyle. Niran Ünsal şarkıyı her nedense ağıra çekerek, neredeyse ritim kaçırmak üzereymiş gibi söylüyor. Hande Yener ise enerjisi düşük, tekdüze düzenlemenin kurbanı oluyor.
Bunca şarkıcı, şarkı ve düzenleme arasında söylediği şarkıyı kendine mal edebilen, kendi gibi olabilen ender isimlerden ikisi de Mabel Matiz ve Ceyl’an Ertem olmuş. Ceyl’an Ertem, Can Güngör düzenlemesiyle “İlan-ı Aşk”la, Mabel Matiz düzenlemesine de Sabi Saltiel’le birlikte imza attığı “Değilsin”le albüme kendi iklimlerini getirmeyi başarıyorlar. İnsan ister istemez keşke bu projede daha fazla alternatif isim olsaydı diye düşünüyor. Özellikle Mabel’in “Değilsin” gibi az bilinen bir şarkıyı seçip parlatması alkışa değer.
Bu proje, popun bir önceki kuşağının nasıl yerinde saydığını göstermesi da açısından ilginç bir fotoğraf koymuş aslında önümüze. Mesela Demet Akalın’ın Selim Çaldıran düzenlemesiyle seslendirdiği “Aşk Laftan Anlamaz ki”, Tilbe’nin en sevilmiş şarkılarından birinin orta halli bir “cover”ı olarak hayal kırıklığı yaratıyor. Şarkının ritmik yapısının verdiği ilhamla düzenlemede tar kullanılmış olması zekice. Demet Akalın ise şarkıyı hatasız söylemek için belli ki çaba sarf etmiş ama o çaba duyguyu da alıp götürmüş gibi.
Deniz Seki’nin seslendirdiği “Beni Benden Alırsan” Selim Çaldıran tarafından düzenlenmiş. Şarkı ilk kez bu albümde Tilbe’nin bestelediği orijinal haliyle çıkıyor karşımıza zira şarkıyı ilk seslendiren İbrahim Tatlıses birtakım kısaltmalar ve değişiklikler yapmış ve ondan sonra söyleyenler de aynı şekilde söylemişti. Yıldız Tilbe doğal olarak şarkının orijinal halini sahiplense de bu durumu dinleyicinin yadırgaması kaçınılmaz. Deniz Seki ve “Beni Benden Alırsan” eşleşmesi kağıt üzerinde çok doğru görünse de şarkının bu versiyonundaki ritmik yapının da dinleyici açısından bir başka yadırgama unsuru olacağını düşünüyorum.
“Gülüm”ü Selim Çaldıran düzenlemesiyle İntizar seslendiriyor. İntizar’ın sesini ve gırtlağını kullanma biçimi, vibratoları Yıldız Tilbe’ye zaten çok benzer. Haliyle İntizar hangi Tilbe şarkısını söylese yakışırmış duygusuyla dinliyorsunuz “Gülüm”ü de.
Kutsi’nin seslendirdiği “Çok Zor” ve Linet’in seslendirdiği “Sevgilim Yeminliyim” Selim Çaldıran’ın modern düzenlemeleri ve şarkıcıların abartısız yorumları ile ortalamanın üzerinde kalıyorlar. Ne var ki Öğünç Bayraşa’nın düzenlemesiyle Murat Dalkılıç’ın seslendirdiği “Sevdanın Tadı” ve Mustafa Ceceli’nin kendi düzenlemesiyle seslendirdiği “Sana Değer” için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Bu iki büyük Yıldız Tilbe “hit”inin ikisi de apaçık ziyan edilmiş. “Sevdanın Tadı” gibi İspanyol yürüyüşlü, ateşli bir şarkının bu “cool” hali anlamsız olmaktan öteye gidemiyor. Mustafa Ceceli ise “Sana Değer”i orijinaline çok benzer bir biçimde düzenleyip, neredeyse hiç inanmadan, bir kerede seslendirmiş, yapabileceğinden bir tık fazlasını yapmaya zahmet etmemiş gibi.
Yıldız Tilbe’nin zamanında tek bir piyano eşliğinde, bir Yeşilçam filmi müziği tadında seslendirdiği şahane aşk şarkısı “Çabuk Olalım Aşkım”, Ferhat Göçer gibi romantik şarkıların sesi olmuş bir şarkıcı için doğru seçim olsa da, şarkının Selim Çaldıran imzalı pop-“rock” düzenlemesi ters köşe bir iş çıkarmış ortaya. Göçer artık alamet-i farikası haline gelmiş bir dik bir pes sesten söyleme ritüelinden de vazgeçmemiş yine. Ne var ki şarkıyı düğünlerinde kullanmak isteyen çiftler yine orijinal versiyonunu tercih edeceklerdir muhtemelen.
Yıldız Tilbe gelmiş geçmiş en büyük “hit”i “Delikanlım”ı bu proje için Gülşen’e emanet etmiş. Böylece Gülşen kendi kariyerindeki iddiasını bu albümde de kendini konumlandırdığı yer itibariyle göstermek istemiş büyük olasılıkla. Ozan Çolakoğlu’nun düzenlemesi şarkının orijinalini güncelleyen ama pek de değiştirmeyen, kararında bir düzenleme olmuş. Gülşen’se son yıllarda kendi şarkılarında da sıkça yaptığı gibi Sezen Aksu’nun 90’lar sonu 2000’ler başı yorgun sesini ve vurgularını epeyce içselleştirdiği yorumuyla ses vermiş “Delikanlım”a. Ne var ki şarkının epeyce zor nakarat kısmındaki dubleli, vokal destekli, bir parça teknik makyaj da yapılmış sesi dinleyende şarkının üstesinden gelmekte zorlanmış duygusu yaratıyor. Şarkının haykırışı, çığlığı bastırılmış gibi adeta.
İkisi de Selim Çaldıran tarafından düzenlenmiş iki şarkı, “Dillere Destan”da Işın Karaca, “Ama Evlisin”de ise Zerrin Özer, abartılı yorumlarıyla yine yoruyorlar dinleyeni. Yine Selim Çaldıran’ın düzenlemesiyle Serkan Kaya “Sor”u, Sibel Can ise “E mi?”yi kendi kulvarlarına çekmişler. Bu iki şarkının düzenlemesi daha bile koyu arabesk olabilirmiş hatta. Tilbe’nin türkü formundaki 9/8’lik şarkısı “Dili Ballım”, muzır ve eğlenceli sözleriyle sevdiklerim arasındaydı yıllardır. Zara için de doğru seçim olmuş. “Haberi Olsun” ise Serdar Ortaç tarafından yazılmış ya da Tilbe’nin Ortaç için yazdığı bir şarkı olabilirmiş pekala. Bir şarkı bu kadar mı cuk oturur?
Yukarıda bahsi geçen son iki şarkının da düzenlemesini yaparak bu projeye ağırlıklı olarak imzasını atan Selim Çaldıran bir de sürpriz yaparak ilk kez bu albümde şarkıcı olarak çıkıyor karşımıza. “Sanki Burdasın” bu haliyle hoş bir elektronik pop şarkısına dönüşmüş.
Bence bu projenin en büyük faulü ise Hakan Altun’un Aydın Kara düzenlemesiyle seslendirdiği “Dayan Yüreğim” olmuş. Bu cânım şarkı Hakan Altun’un sesine hiç mi hiç yakışmamış. Gereksiz elektronik düzenleme ise ayrı bir âlem. Tam bir fiyasko.
Projenin ilk halkasını oluşturan bu iki albümün kapanışını Yıldız Tilbe kendi sesiyle yapmış. Kendi sesi, kendi yazdığı sözler ama kendi bestesi değil. Febyo Taşel tarafından bestelenip Funda Arar tarafından seslendirilmiş “Taraf”ı Tilbe ilk kez bu proje için seslendirmiş. Bu şarkının trafiği de Funda Arar versiyonundan bir hayli farklı. Ve de Selim Çaldıran’ın piyanosu eşliğinde alabildiğine sade seslendirilmiş. Bunca şarkıdan, şarkıcıdan sonra (alfabetik sıranın bir cilvesi olarak) son noktayı Yıldız Tilbe’nin koyması da gayet yerinde olmuş.
Bütüne baktığımızda bütünü görmek mümkün olmuyor belki. Ama dijital müzik çağında böylesi bir albümden bütünlük beklemek de akılcı değil. Herkes istediğini, sevdiğini, beğendiğini, istediği sırayla dinleyecek nasılsa. O karmaşayı sadece CD’den dinleyenler hissedecek. Şöyle ya da böyle yılın en çok satan, şarkıları en çok dinlenilen ve çalınan albümü bu iki albüm oldu/olacak orası kesin. Kaldı ki birden fazla şarkıcının klip çekmesi de albüme olan ilgiyi kısa sürede arttırdı, daha da artıracak gibi.
Mustafa ve Cafer Özdemir’in prodüktörlüğünü, İbrahim Özdemir’in yapımcılığını üstlendiği bu albümlerin genel koordinatörlüğünü ise Didar Düzdaş yapmış. Kapak ve kartonet tasarımlarını kimin yaptığı yazılmamış ama işin görsel tasarımı daha özenli, daha yaratıcı olabilir miydi; olabilirdi şüphesiz.
Sonuç itibariyle Yıldız Tilbe’nin yirmi dört yıl içerisinde müzik sektöründeki bütün parametrelerden bağımsız olarak (aslında tam tabiriyle bir “uyumsuzun”) sadece şarkılarıyla kurduğu kalenin gücünü ve sağlamlığını görene görmeyen gösteriyor, tescil ediyor bu albümler. Bu yazının başında alıntıladığım eski yazımın ilk paragrafı ile koyayım noktayı o vakit:
“Uzun yıllar sonra bir gün birisi onun hayatını anlatmaya koyulduğunda, sadece bir şarkıcının, bir şarkı yazarının hikâyesi olmayacak anlatılan. Tek başına bir kadının ayakta kalış, direniş, karşı duruş hikâyesi okunacak satır aralarından. Bu yazı bunun kısacık bir özetidir. Bu, bir uyumsuzun hikâyesidir.”
(1 Şubat 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
“Ne tek başına yetenek yetiyor yıldız olmaya, ne zekâ, ne güzellik, ne azim ne de şans. Hangisini ne zaman, nerede ve ne dozda kullanacağınızı bilmekte bütün mesele. Demet Akalın’ı emsallerinden ayırıp yakın dönem Türk pop müziğinin yıldızlarından biri yapan da bu oldu. Kendine neyin yakışacağını, hangi şarkıların sesini ve tavrını doğru ifade edebileceğini, hedef kitlesinin ondan neler beklediğini tam da yerinden tespit edip, işi şansa bırakmayarak ve de hep çok çalışarak geldi şu an bulunduğu yere. Pop müzik dünyasında 20 yıl boyu temposu düşmeden sürdürülebilmiş bir kariyer az şey değildir. Zaman zaman eleştirsek, kimi kez yaptıklarını beğenmemiş olsak da bu başarısını alkışlamak boynumuzun borcu.”
Müzik piyasasında uzaktan ya da yakından tanıdığım çok sayıda müzisyen, şarkıcı, şarkı yazarı arasında ayrı bir yerde durur Ersay Üner. Kelimenin tam anlamıyla iğneyle kuyu kazarak bulunduğu yere gelmiş ama bunu hiç unutmamış, hiç ego büyütmemiş, şan şöhret budalası olmamış, öyle az bulunur bir adamdır Ersay. Zaten popun yakın tarihinde bunca çok sayıda “hit” şarkıya imza atmışken, üstelik kendisi de şarkı söylüyor iken, yıllardır bırakın albüm yapıp kendini göstermeyi, ön plana çıkmayı, ortalarda bile gözükmemesinin açıklaması da burada yatıyor.
İnternetteki kimi “demo” kayıtları, canlı televizyon programı ya da sahne kayıtlarından başka, Demet Akalın’ın “Giderli 16” albümünün çıkış şarkısı “Yılan”da sesini duyduğumuz Ersay Üner, nihayet ilk solo teklisini yayımladı. Seyhan Müzik etiketiyle geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan tekli, Üner’in yakında tamamlanacak ilk albümünün habercisi aslında. Teklide yer alan “Yürüdüm” adlı şarkının söz ve müziği Ersay Üner’e, düzenlemesi ise Serkan Ölçer’e ait.
(12 Ocak 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.) Yeni nesil pop şarkılarında duymaz olduğumuz yaylı kontrşanları ile bu işin pirlerinden Onno Tunç’a bir selam gönderir gibi Serkan Ölçer. Ancak şarkının “intro”suz oluşu ve ara nağmedeki gitar yürüyüşü bugünün Türkçe popunun standartlarını göz ardı etmediğini de gösteriyor. Ersay Üner’se kendi bestesi de olsa teknik olarak “zor” bir şarkıyı şarkıcı olarak taşımayı bilmiş. Bestecilikten şarkıcılığa geçenler arasında bir sıralama yapsak, birçok isminin önüne geçebilir rahatlıkla. Tabii bu şarkıyı sözgelimi bir Ebru Gündeş’ten duysak o da başka bir etki yaratırdı, o ayrı ki mutlaka o cenahtan bir talibi çıkar bu şarkının (Ersay verir mi bilmem.)
Ersay Üner göz önünde olmayı çok sevmediğinden, ama şarkıcılık da bunu gerektirdiğinden, sanıyorum en çok ona bir imaj biçmede zorlanılmış. Bu da teklinin kapak fotoğrafında ve klipte kendini gösteriyor zaten. Her ne kadar klipte yine şarkı yazan bir adam varsa da, gerçek Ersay bu gördüğümüz değil. Keşke daha doğal haliyle kalmayı tercih etseymiş.
Müzik piyasası büyük bir yüzdeyle dijital teklilere doğru yönelirken, toplama albümler en azından dijital teklileri CD üzerinde bir araya getirmesi açısından işe yarıyor. Yoksa toplama albüm mantığı, müzik “gurmelerinin” pek de tercih ettiği bir şey değil. Çünkü albümü yayımlayan firmanın kendi katalogundan, belki birkaç başka firmanın da desteğiyle bir araya getirdiği şarkılardan oluşan toplama albümler, genellikle bir müzikal beğeni bütünlüğü taşımaktan uzak oluyor.
Demet Akalın’ın en büyük avantajı, albüm yaparken bir formül aramak zorunda olmaması. Zaman içerisinde yarattığı, kendinden patentli bir formülü var çünkü. Onu dinleyenler ne beklediğini biliyor, ona şarkı yazanlar da ne yazması gerektiğini… Hâl böyle olunca, ona düşen her defasında aynı formülü başka başka kostümlerle vitrine çıkarmak oluyor. Bir müzikal kaygısı yok, çünkü eğlence müziği yapıyor ve bunun bilincinde. İddiasını da o noktada ortaya koyuyor zaten.
(Ses dergisi Temmuz 2015 sayısında yayımlanmıştır.) Ajda Pekkan ve Tarık Akan, Ses dergisi objektiflerine niçin birlikte poz verdi? Yaşından ve boyundan büyük şöhret sahibi liseli genç kız kim? Memlekette yakıt sıkıntısı baş gösterirse ünlü yıldızlarımız ne yapacak? Tüm bu soruların cevapları 1974 yılına ait Ses dergilerinin sayfaları arasında gizli. Buyurun ‘70’lere!
Ben Ses dergisinin en çok kokusunu severdim. Zamanın dergilerinden farklı bir baskı tekniği ve kağıdı vardı çünkü değişik bir koku gelirdi sayfaları çevirdikçe. Okumayı öğrendikten sonra ise içeriğini de sevdim haliyle; sinema, tiyatro ve müzikten bahsediyordu çünkü. Sevmemek mümkün mü? Ta ilk sayısından 90’lara dek sayısız nüshası hala evimde, arşiv çalışmalarında baş kaynaklarımdan biri olan Ses’te bir gün benim de yazacağımı söyleseler, güler geçerdim. Ama oldu işte. Bundan böyle her ay, hem gündeme dair müzik haberleri, dedikoduları, hem de eski Ses nüshalarından nostaljik haberlerle bu köşedeyim.
Albümlerine iddialı isimler takmayı seviyor Demet Akalın. “Kusursuz 19”, “Zirve 2010”, “Giderli 16” derken şimdi de “Rekor”la çıkıp geldi. Seyhan Müzik etiketiyle geçtiğimiz günlerde yayımlanan yeni Demet Akalın albümü sadece adıyla değil, içeriğiyle de iddialı. Albümde 15 şarkı ve bir de farklı versiyon var.
Çok değil, bundan bir beş yıl kadar önce “gideri var” dendiğinde akla gelen ya tuvalet, ya lavabo, hadi bilemediniz balkon filan olurdu en fazla. Ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum ama aynı tabir zaman içerisinde önce erkek argosunun bel altı niteleme sıfatlarından birine dönüştü, oradan da “uyar/ satar/ iş yapar/tutar”a evrildi. Yani nicedir lisanımızda “gideri var” ya da “giderli” tabirlerini kullanmak ayıp/kaba/çirkin bir mana ifade etmiyor. Bereket ki öyle. Yoksa büyük şehrin büyük büyük ilan panolarında, müzik maket vitrinlerinde, internette âlemindeki dijital platformlarda çarşaf çarşaf duyurulan bu yeni albümün adını yadırgayabilir, “Yok artık!” diye şaşırabilirdik; söz konusu albümün sahibi, başından beri “harbi kız” diye bildiğimiz, bundandır ki argosundan, jargonundan (“Senin Anan Güzel mi?”yi hatırlayın)sual etmediğimiz Demet Akalın bile olsa.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.