mor ve ötesi Röportajı

"ALIŞKANLIKLAR VE SÜRPRİZLERİN DENGESİ"


(Milliyet Sanat dergisi Aralık 2016 sayısında yayımlanmıştır. Burada yayımlanan röportaj, dergide yayımlanmamış bölümleri de içermektedir.)

mor ve ötesi, 1995 yılından bu yana hayatımızda. Geride kalan 20 yılı kutlamak için önce yeni bir şarkı, ardından “Dünya Yalan Söylüyor” albümünün plak baskısını, sonra da ilk üç albümlerini içeren bir kutu yayınlayan grup, yakında bir başka yeni şarkı ve ikinci bir kutuyla kutlamalara devam edecek. Sonrasında ise bütün albümleri içeren ve sınırlı sayıda basılacak bir kutu daha sırada. mor ve ötesi ile yirminci yıllarını konuşmak için “Melekler Ölmez” adlı yeni şarkılarının kayıtlarını yapmakta oldukları Babajim Stüdyolarında bir araya geldik.


YAVUZ HAKAN TOK:Türkiye’de pek görülmüş şey değildir. Nedir 20 yıl sürmesinin sırrı?

KEREM KABADAYI: En büyük sırrı erken başlamamız galiba.

BURAK GÜVEN: Bizim istekli ve inançlı olmamız, birazcık şans… Bir de grup elemanları grup kurulduğunda da diğer müzisyenlerle işbirliğine girmiş, değişik gruplarda çalan insanlar değildi. O yüzden grup değiştirme olayı bizde pek olmadı. Kendi oturma odamızda gibiydik hep ve orayı güzelleştirmeye çalıştık.


YHT: Yola çıkarken bu kadar uzun vadeli bir planınız var mıydı?

HARUN: Yola çıkarken profesyonel bir müzik grubu olacağımızı bile düşünmemiştik aslında. İlk albümdeki şarkılar, albüm olsun diye kaydedilmemişti bile. Çok satan albümler, tanınmak filan bunlar hep daha sonra yan etki olarak ortaya çıktı.


YHT: Hakkınızda internette sıkça rastladığım bir yorum: “Ah, lisedeyken ne çok dinlerdik!” İnceden bir nostaljik olma durumu var sanki. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?

BURAK: Biz başladığımızda doğan bir çocuk şimdi 20 yaşında. Ben 20 yaşına geldiğimde 20 yıl önceki albümlerin bana ne hissettirdiğini hatırlıyorum da. Gayet normal aslında. Böyle gidersek, birkaç 10 yıl sonra “Bana sizi ilk babam dinletti,” filan diyecekler. Biz de bizden önceki kuşakların röportajlarında gördüğümüz soru-cevaplara benzer şeylerle karşılaşacağız.

HARUN: Tabii o lise yıllarında bizi dinlerlerken biz müzik yapıyorduk. Onlar şimdi bin türlü başka iş yapıyorlar; biz hâlâ müzik yapıyoruz. Öyle bir şey de var.


YHT: Öte yandan genç gruplar tarafından da örnek alınan hatta taklit edilen bir grupsunuz.

BURAK: Bazen yeni bir grup dinlediğimizde hafiften Harun’un sesini, Kerem’in gitarını duyar gibi oluyoruz. Ama aynı şeyi Duman için de hissediyorum. Koray Candemir’in sesi uzun süre çok genç arkadaşımızdan duyuldu mesela. Doğal karşılıyoruz. Hoşumuza da gidiyor aslında.

HARUN: Teoman da çok duyuyoruz. Ama şöyle bir açıklaması var ki onlar bizim dinlediğimiz şeyleri de dinliyorlar muhakkak. Ortak bir etkileşim var bir taraftan. Tamam, ilk albümde benzesin, nasılsa ikinci albümde başka bir yere gider o zaten diye düşünüyorum.


YHT: Sizin o ilk yıllarda etkilendiğiniz, benzemeye çalıştığınız gruplar var mıydı?

KEREM K.: Etkilenmek istediğimiz, çok sevdiğimiz gruplar vardı o zamanlar ama enstrümanlardaki teknik yeterliliğimiz etkilenmemize pek de müsaade etmiyordu.

HARUN: Etkilenemedik yani. İlk albümde etkilendiğimizi gösterecek kadar çalamamışız zaten.


YHT: Sahi, nasıl kaydedilmişti ilk albüm?

KEREM K.: Çok kısa sürede. Toplam on günde kaydettik.

HARUN: Sabah davul, yemekten önce bas, öğleden sonra gitar namına ne varsa, sonra vokal, akşam da ‘mix’. Tabii öyle olduğu duyuluyor zaten dinleyince. Ama dediğim gibi albüm yapalım diye değil, kayıt yapalım diye çıktığımız bir yoldu bu. Kayıtları yapan Osman Refik Akyüz’ün “Bunlar iyi oldu aslında, biz bunları şirketlere götürelim,” demesiyle albüm yoluna sonradan girildi.


YHT:_Eski kayıtlarının dolaşımda olmasını pek de istemeyen şarkıcılarımız da var. Siz neden bu şarkıları yeniden çalıp kaydetmek yerine eskileri tekrar piyasaya sürmeyi tercih ettiniz?

HARUN: O zaman herkes elinden gelenin en iyisini yaptı. Onu biliyoruz en azından. Daha iyisi olabilecekti de olamadı gibi bir durum yok. Bir de o zamanın kaydı o işte, onu tekrar çalmak tuhaf olurdu.

KEREM Ö.: Öyle yapanlar da oluyor ama çok da iyi sonuç vermiyor sanki. Orijinallerinin başka bir anlamı var.

KEREM K.: Küçük bütçeli güzel bir filmi büyük bütçeyle tekrar çekmek gibi o iş.


BURAK: O kayıtların o acemilikten gelen hoşluğu, güzelliği de var. Tabii insanların tahammül sınırlarını çok zorluyor değil isek ki bence değiliz. Al işte bu adamlar bu kayıtlardan birkaç yıl sonra çok tatmin edici sesler çıkarmaya başladılar demek aslında bu. Bu kayıtlarda kırık döküklükler var, komiklikler var, çatlayan sesler, detoneler var ama bu haliyle de güzel. İçimiz dışımız bir gibi. Bizle yaşıt insanların o dönemleri takibi açısından da eğlenceli bir şey olsa gerek onları dinlemek. Bunu yaptılar sonra bunu yaptılar diye basamak basamak izlemek hoş bir şey gibi gözüküyor.

HARUN: Biz bu dörtlüyle 1998 yılından beri, yani 17 yıldır beraberiz ve ilk albümler bu dörtlüye kadar olan kısmı da işaretleyen şeyler. Biz o albümleri yapmasaydık Burak, bunlar ne acayip adamlarmış, pek de iyi çalamıyorlar ama diye düşünüp bir yandan da bunlarla beraber çalsak demeyecekti belki. İkinci albümü kaydederken aynı stüdyoda Sidarta grubunun kaydı da yapılıyordu. O grupta da Kerem çalıyordu o sırada. Sidarta’nın kaydı gündüz yapılıyor, biz gececiyiz ama Kerem kendi kayıtları bittikten sonra kalıp bizimle sohbet ediyordu. Bizim albüm kaydedildikten sonra piyasaya çıkmadan Derin gruptan ayrıldı ve yerine Kerem geldi ve biz artık daha tasarlanmış, daha bir ortak ses çıkarma kaygısıyla yaptığımız ilk albümü, yani “Gül Kendine”yi bu dörtlüyle yaptık. Yani ilk iki albüm bizi sonraki albümlere götürecek asıl yolu açtı.


YHT: Saygı albümü modasına da uyabilirdiniz öte yandan? Neden öyle bir şey düşünmediniz?

HARUN: Çünkü biz yeni şarkılar, konserler yapan, aktif bir grubuz hâlâ.

BURAK: Öyle bir şeyi bizim istememiz de abes olur biraz.

HARUN: E biz burnumuzu sokmadan da duramayız. Kolay olmaz yani.

BURAK: Ona daha var zaten. Biz şu yirminci yılımızı kutlayalım derken bile kendi aramızda gelgitlerimiz oldu. Çünkü aktifiz evet ve yola çok erken çıktığımız için de genciz daha. Genciz, güzeliz.


YHT: ’mor ve ötesi müziği’ diye bir şey var artık. Nedir onun tanımı?

KEREM Ö.: Mete Softaoğlu “kent soylu müzik” derdi bizim müziğimiz için.

BURAK: Biz de fikir bol. Hem beste ve söz üretirken hem de enstrümanları çalarken… Dolayısıyla dördümüz de grubun müziğini yoğun bir şekilde besliyoruz. Bir ya da iki kişinin sürüklediği bir durum yok. Ondan ötürü de daha kendine has bir müzik ortaya çıkıyor. Genel olarak tipik ‘rock’ aslında; bas, davul, gitar.

HARUN: Bizim üzerine durduğumuz şeylerin başında iyi şarkı geliyor. İyi şarkı, tek bir eşlik enstrümanıyla birlikte bile güzel tınlayacak şarkı demek. Ve o iyi şarkıların dördümüz tarafından düzenlenmesi. Aranjör tabir edilen kavramın karşılığında grubun kendisinin durması. Bu daha organik bir şey. Ayrıca yapılan işi prodüktör denilen bir beşinci çift göze, kulağa alan açan bir yaklaşım. Bir de zamanla oluşan bir şeydir hani bir sonraki albümde kulağın duymayı bekleyeceği ve beklemeyeceği şeyler vardır ya. Alışkanlıklar ve sürprizler yani. Bence mor ve ötesi’ni özel ve değerli kılan şey o alışkanlıklar ve sürprizlerin dengesi aslında. Sürekli kafa karıştıran değil ama sürekli alışkanlıklara yol veren de değil.


YHT: Siyasi tavrı olan bir grup olmanızdan da bahsedebilir miyiz bu bağlamda?

HARUN: Tabii bizim önceliğimiz şimdi hangi siyasi konuda şarkı yapalım değil. Bizim alamet-i farikalarımızdan bir tanesi o sırada kendi gündemimizde, hayatımızda, aklımızı meşgul eden, sohbetlerimizi işgal eden ne varsa, onların birebir değil ama belli bir oranda müziğimize yansıması. Sadece siyasi alanlarla ilgili değil bu. Mesela bu yıl çıkardığımız yeni şarkımız “Anlatamıyorum” aslında ilk dönemlerimizden kalan bir şarkı. Ama onu seçip, şimdiki aklımızla düzenleyip çalmamızın sebebi de biraz bu. Sözün bittiği yerde miyiz yoksa değil miyiz? Anlatmak zor ama hâlâ anlatmak mümkün mü? Bir de bizim asla kopmak istemediğimiz, şiirle olan bir bağlantımız var. Başından beri çeşit çeşit dönemlerden, en çok da Garip akımından ve İkinci Yeni’den etkilendiğimiz aşikâr. Aslında yaptığınız her seçim de bir şey söylemiş oluyor. Çıkıp da “Aman Allah’ım her şey ne kadar kötü, ne olacak böyle,” demek yerine Orhan Veli’den güç de alarak başka bir şey söylemeye çalışıyoruz.


BURAK: Kendimizi bir anda çok yüksek sesle bir şeyleri bağırırken bulabiliriz. Bunu da çok tercih etmiyoruz. Ama biz siyasal diye tabir ettiğiniz görüşlerimizi her zaman müziğimizin bir iki adım gerisinde bıraktık. Veya o şiirsel tavırla çok fazla da öne geçmeyecek şekilde dile getirmeye çalıştık. Bugün bir şey söylesek çok hızlı bir şekilde pek istemediğimiz bir yere gidebiliriz. “Anlatamıyorum” da aslında niçin böyle bir şeyi tercih ettiğimizin dinleyicilere bir göstergesi.


YHT: İçinden siyaset geçen şarkılar bugünün şartlarında bir şeyleri değiştirebilir mi hâlâ?

HARUN: Bir tarihe tanıklık etme boyutu var, bir de olayların akışına etki etme boyutu var. Kendi adımıza bunların ikisi de yaşadığımız bir örnek olarak “Savaşa Hiç Gerek Yok” şarkısı var mesela. O şarkı Irak işgalini mi önledi? Hayır. Ama o günlerde Türkiye’de o konuda oluşan savaş karşıtı kamuoyunun şarkısı oldu. O kamuoyu belki de Meclis’ten teskerenin çıkmasını engelleyen bir faktör oldu. Biz Amerika’nın bir şekilde Irak’a saldıracağını, oranın çok fena karışacağını maalesef görüyorduk zaten. Yapmaya çalıştığımız şey bir şarkıyla bütün bunlara engel olmaktan ziyade bir ses çıkarmak, bir şey söyleyip tarihe bir not bırakmaktı. Bütün bunlar ileride kendini iyi hissetmeye yol açabilir, bazen başka birilerine ilham vermeye yol açabilir, bazen de hakikaten ufak da olsa bir şeyleri değiştirmeye de yol açabilir.


KEREM K.: Zaten herhangi bir şeyin değişmesi için illa şarkının içinden siyaset geçmesi de gerekmiyor. Elvis Presley mesela... İlk çıktığı dönem Amerika’daki muhafazakâr kültürü paramparça etmiş bir adam. Toplumda yarattığı o infial ve o üstüne gide gide, aynı sanatsal ifadeyle o infiali çökertmesi acayip bir şey. Elvis Presley’in ne şarkılarında ne de söylemlerinde açıkça bir siyasi tavır aldığı görülmüştür ama bu yönüyle büyük bir değişime sebep olmuştur.   

HARUN: Şimdi bir o siyasal kelimesini duyduğumuz aman hep beraber bir kodlanıyoruz. O bir alan tarif ediyor ama bizim aslında kafa yorduğumuz şey için dar bir alan siyaset. Biz sosyal olana dair çok fazla kendi arasında konuşan eden insanlar olageldik hep. Mesela biz toplum olarak pek anlaşamıyoruz ya. Kavga ediliyor, birinin kafasına odun indirmek suretiyle sorun çözülüyor. Kişisel ve toplumsal düzeyde böyle oluyor. Anlaşamamakta anlaşamıyoruz da birisi “Tamam lan bu böyle,” diye gücünü ortaya koyuyor. Birisini destekliyorsak eğer, onu kayıtsız şartsız desteklemek durumunda oluyoruz. Eleştirdiğimiz zaman, hain, düşman, korkunç bir şeye dönüşüyoruz. Bütün bunların bu dar siyasi alan içerisinde açıklanamayacak bir takım sebepleri var gibi geliyor bana. Artık nerelerde aranırsa... Fanatiğiz biz. Hepimizi içine katarak söylüyorum. Savunduğun şeye toz kondurmama, karşı tarafı çok kısa sürede düşman ilan etme gibi bir durumuz var. Bir de bunun yanında bir kimlik problemimiz var. Bir türlü büyüyemeyen çocuklar gibiyiz, sürekli çemkiriyoruz.


YHT: Siz “Cihangir muhalifi” misiniz peki? Var ya öyle bir tabir…

HARUN: Yok, değiliz. Ama bizim bu konuda kendimizi tarif etmemiz biraz zor.

BURAK: Semte çok yüklenildi, sonunda orayı bombalayacaklar bu gidişle.

KEREM K.: Cihangir’le ilgili sıkıntının bu muhalif kimlikten filan çok bağımsız sebepleri var. Oradaki emlak rantının oluşumu, oradan pay alanların kimlikleri filan bir şekilde o stereotipin oluşmasına kanal yaratmış bir şey.

HARUN: Biz kiracıyız, kiradayız.


YHT: Sizin müziğe başladığınız yıllardan bu yana müzik dinleme alışkanlıkları ve formatlar bir hayli değişti. Ne kadar adapte olabiliyorsunuz bu duruma?

BURAK: Hem dinleyici hem de üretici olarak alıştığımız her şey bayağı allak bullak oldu, değişti.
Tabii, bir de onu tıklayan çocuklar ne yapıyor? Onların dünyası ne, dinleme alışkanlıkları ne, müziğe nasıl ulaşıyorlar, nereden dinliyorlar, hangi hoparlörlerle dinliyorlar, bunları bilmiyoruz. Kasetten gelip CD’ye yumuşak geçiş yapan bir hayatımız vardı bizim.

KEREM Ö.: Şimdi cep telefonlarıyla yaşayan bir nesil var.

BURAK: Tabii ki adapte olduk, ilerliyoruz. Bizim bir plak şirketimiz var. Ama her şey o kadar hızlı değişiyor ki olaya bazen hâkimiz, bazen değiliz gibime geliyor benim.

KEREM K.: Değişmeyen bazı şeyler değişmiyor bir yandan. Biz CD’lerin çok satıldığı dönemlerde hiçbir zaman öyle korsanlara düşecek kadar çok satmamıştık o yüzden takip çok büyük bir mesele değildi ama mesela  korsan CD hiçbir zaman takip edilebilen bir şey olmadı. Orada çok büyük kayıplara uğramış birçok sanatçı var Türkiye’de. Şu anda da dijitalde bir sürü farklı kaynaktan belli şeyler takip edilebiliyor belki ama eskiden kasetleri CD’leri basıp depolayanlar, biraz daha kâr etmek istedikleri zaman yandaki atölyede o kasetlerin, CD’lerinin korsanlarını da basıp depolayanlar bir şekilde evrilip dijital müzik ekonomisinin köşe başlarını tutabiliyor.


YHT: Sektörün değişen yapısı müzisyenin ürettiklerine de doğrudan müdahale eder hâle geldi. Şarkı şu süreyi aşmamalı, şu “bpm”de olmal, aman fazla sert olmasın gibi kurallar var radyo ve televizyonların dayattığı. Bu duruma bakışınız nedir?

HARUN: Bunlar yüzde yüz korkunç şeyler değil aslında. “Aman Allah’ım nasıl böyle şeyler yapıyorlar” da diyemem. Çünkü Instagram videolarının bile 15 saniye izlendiği bir dönemden bahsediyoruz. Eğer uzunsa, kısaltsınlar zaten bir zahmet. Zaten müzikte uzun olan bir şey varsa, kısaltılması gerekiyorsa ve kısaltmıyorsan saçma zaten bence. Ama bunu radyo için, televizyon için ya da insanlar istiyor diye değil de kendi zevkin için yapıyorsan bir mesele yok. Kendi sevdiğin müziği yapıyorsan... Ama müzik statik bir şey değil tabii; “kendi sevdiğin müzik” diye bir şey var ve biz onu yapmaya çalışmıyoruz. Müzik evrilen bir şey. Evrilirken hata da yapılabilir. “İçimizden geleni yapıyoruz.” Bu iyi bir şey mi mesela? Belki de çok korkunç bir şey geliyor içinden, onu biraz ölçüp biçsen iyi olurdu yani denebilir.


BURAK: Genel beğeni ile ilgili o tip baskılar ezelden beri hep vardı bu ilkede. Bizim artık kromozomlarımıza işlemiş o. Önemli olan müzisyenin bu baskıya ve beklentiye karşı nasıl tepkiler verdiği. Kimi baştan rotasını çok net bir şekilde genel ortalamanın zevklerine çeviriyor, kimi birazcık daha cesur başlayıp ondan sonra çeşitli sebeplerden rotayı oraya çeviriyor. Müzikseverlerin gruplarla duygusal bir ilişkisi oluyor aslında. Bazen onlara çok fazla şey yüklüyorlar ve beklentileri çok yüksek oluyor. Haklılar da. Biz insanları hayal kırıklığına uğratmaktan kaçındık kendimizce. Kendi yolumuzdan da ayrılmadan. “Rock” yapamıyorsa bazı şeyleri, müziğin kitleleri sürükleyen, yeni fikir üreteni zalimi yıkan tarafını fazla taşıyamıyorsa, “hip hop” yapsın veya halk müziği yapsın mesela. Yeter ki insanlar cesur şeyler söylesinler ve bu cesur şeyleri söyleyen insanları da sistem öldürmesin.


YHT: Geleceğe dönük projeler neler? Yeni bir albüm var mı mesela?


HARUN: Henüz tasarladığımız bir şey yok ama oturup kapansak iki ay gibi kısa bir sürede çok güzel bir albüm yapabileceğimizi biliyoruz. Mesele onun yapılmasında değil de duyurulması, dağıtımı, tanıtımı gibi yerlerde kilitleniyor. Onlar için aslında şimdiye kadar yaptıklarımızın dışında ve ötesinde bir şeyler yapmamız gerektiğini görüyoruz. Bu konularla ilgili yeterince hazırlık yapmak gerekir ki attığımız taş ürküttüğümüz kurbağa değsin. Evet, albüm formatı devam ediyor nama artık klibi olmayan hatta Youtube’da klibi olmayan şarkı var mı yok mu gibi bir yere geliyor yavaş yavaş. Biz Türkiye koşullarında fazla klip çeken bir grubuz aslında. Albüm başına 4-5 ortalamayla gittik hep. Ona rağmen “Hay Allah bu şarkıyı da duysalardı keşke” diye kendi kendimize düşündüğümüz bir sürü şarkı kaldı geride. Dolayısıyla bütün bunları da değerlendirip ele almak gerekiyor.

KASIM 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder