Sabahattin Ali’nin kısacık yaşamından geriye kalan görece az
eserin ne çok kıymeti bilindi dünden bugüne. Eserleri şarkı oldu, film oldu,
tiyatro oyunu oldu ve hep gündemde kaldı. Pek az yazar, pek az şaire nasip
olmuş bir şey bu. 40 yılı aşkın süredir dillerden düşmeyen “Aldırma Gönül”
şarkısı ya da yıllarca çok satan kitaplar listelerinde ilk sıralardan inmeyen
“Kürk Mantolu Madonna” romanı bile tek başına yanına çok sayıda benzerini
koyamayacağımız örnekler.
(10 Ocak 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Ferhat Göçer “yuvaya” döndü. 2005 yılında ilk kez DMC ile çıkmıştı albüm yolculuğuna. İlk beş yılın sonunda Emre Müzik’le devam etmiş, ikinci beş yılına ise Erol Köse ile başlamıştı. Ferhat Göçer’in yeni albümü “Bu Kalp İçinde Teksin”, 2017 yılının Aralık ayında DMC etiketi ile yayımlandı.
(18 Nisan 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
1993 yılında Ali Kocatepe, 10 yıl aradan sonra yeniden Nükhet Duru’nun yapımcısı olmak üzere kolları sıvar. 1977-1979 yılları arasında yayımlanmış ilk dört Nükhet Duru albümün yapımcısıdır Kocatepe. Ama daha da önemlisi “Melankoli”, “Ben Sana Vurgunum”, “Çakır”, “Benimsin Diyemediğim” gibi her biri birer klasik olacak Nükhet Duru şarkılarının da bestecisidir aynı zamanda. İkili 1983 yılında bir kez daha bir araya geldiklerinde ortaya çıkan iş bu defa bir 45’liktir. Yine Ali Kocatepe’nin sahibi olduğu 1 Numara Plakçılık etiketiyle yayımlanan bu “dev 45’lik”te yine Ali Kocatepe’nin iki bestesi vardır.
Aradan 10 yıl geçtikten sonra ise bu defa ilk kez Sezen Aksu’nun prodüktörlüğünde bir albüm için hazırlıklara başlayan Nükhet Duru’nun yapımcısı yine Ali Kocatepe’dir. Sezen Aksu o günlerde Kocatepe’ye Nazım Hikmet’in bir şiirini bestelemesini önerir. Başta Sabahattin Ali olmak üzere nice şairin şiirini bestelemiş Kocatepe için bile zor bir şiirdir “Günler” çünkü içinde “geberiyorum” gibi bir şarkıda pek de sevimli durmayacak bir kelime vardır. Buna karşın Kocatepe, şiiri çok ustalıklı bir biçimde bir şarkıya dönüştürmeyi başarmakta zorlanmaz. Üstelik şarkının adı da “Geberiyorum” olur.
Bu şarkı Nükhet Duru’nun 1994 yılı Şubat ayında yayımlanan ve kendi adını taşıyan albümünde dinleyici karşısına çıkar. 2006 yılında Ali Kocatepe şarkılarını farklı şarkıcılar tarafından seslendirdiği ve bir nevi saygı albümü sayılabilecek “41 Kere Maşallah” adlı albümde aynı şarkıyı bu defa Ferhat Göçer seslendirir. 2015’de ise aynı şarkı Ahmet Aslan’ın “Na-Mükemmel” albümünde yer alır.
Şarkının hikâyesini anlatmak zorundaydım zira Athena’nın bugünlerde yeniden seslendirdiği bu şarkı alelade bir “cover” değil. Kıymetli bir şiirden bestelenmiş kıymetli bir şarkıyı kıymetli bildiğimiz bir gruptan dinliyoruz nihayetinde. “Geberiyorum”un Athena düzenlemesinin yer aldığı tekli geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle yayımlandı.
Epeyce konuşulan “Ses Etme” video klibinden ve aynı şarkının 7 farklı versiyonunun bulunduğu tekliden sonra Athena’nın bu şarkıyla karşımıza çıkması belli ki tesadüf değil. Bir karşı duruş gösterme, bir çomak sokma (neye karşı duruş, neye çomak sokma orası karışık olsa da) durumu söz konusu, amenna. Gelin görün ki Athena’nın “Geberiyorum”a bu anlamda fazladan bir şey kattığını söyleyebilmek zor.
Şarkının ilk versiyonundaki senfonik hâl, şiirdeki hüznü ve isyanı ve umutsuzluğu ve umudu yansıtma (ya da katlama) biçiminin yanından bile geçtiği söylenemez. Ne şarkının düzenlemesinde ne de Gökhan’ın söyleyiş biçiminde “geberen” birinin sesini duymak mümkün. Athena’nın herhangi bir şarkısı için bile fazla romantik ve sade suya tirit bir tavır bu. Bu doğru şarkı - doğru grup eşleşmesinden bu yanlış sonuç nasıl ve neden çıkmış onu bilmiyorum ama benim size tavsiyem bu şarkıyı ilk haliyle, Sadun Ersönmez’in düzenlemesiyle Nükhet Duru’dan dinlemenizdir. Tüyleriniz diken diken olmazsa para yok.
(10 Mart 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Ben ilk zamanlarda “ilan-ı aşk” şarkıları diyordum. Sonra zamanla müzik kamuoyu “düğün şarkıları” adını taktı. Bu türün bizzat tetikleyicisi Ferhat Göçer’in “Cennet” şarkısı oldu zannımca. Aynı sıralarda Kutsi’nin “İlan-ı Aşk”ı geldi. Olay büyüdü, iş yürüdü derken yakın dönemde türün en ihtişamlı örneklerinden “Kalbimin Tek Sahibine” ve Ceceli’nin ve bittabi Ferhat Göçer’in sayısız şarkısı ile bugünlere gelindi.
Ferhat Göçer, geçtiğimiz günlerde yayımlanan yeni teklisi ile önderi olduğu türün bir örneğini daha veriyor. Gerçi yakın zamanda “Yıllarım Gitti” ile tam da düğün şarkılarının antitezi bir işe imza atmıştı ve o da çok yürümüştü ama tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanı oluyor nihayetinde. Tıpkı Göçer’in aşağı yukarı yedi yıl sonra yeniden DMC’ye dönmesi gibi.
Formül çok açık. Rumba, çaça, “swing”, vals ve benzeri eşli dans eğitimlerinden birini bile almamış olsanız dahi gelin-damat rahatlıkla pistte salınabileceğiniz ritimde, düğün günü ne kadar mutlu ve ne kadar âşık olduğunuzu cümle âleme gösterecek (tercihen şükür, dua, cennet, gül ten ve çeşitlemelerini barındıran) sözlere sahip bir şarkı yazmak o kadar da zor olmasa gerek. Bir yandan da çok zor çünkü olabildiğince basit olacak ve duyanın diline bir defada yapışacak.
Neyse… Seviyoruz velhasıl böyle şarkıları. Öyleyse ustasından dinleyelim. Ferhat Göçer’den “Aşkın Mevsimi Olmaz ki” geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı.
Ferhat Göçer’in en iyi yaptığı işlerden biri hiç kuşkusuz bir yerlerden şarkı bulup çıkarması, seçmesi ve kendine yakıştırması. Bu ayrı bir yetenek, kabul etmek lazım. Nitekim “Aşkın Mevsimi Olmaz ki” de aslında amatör bir müzisyen olan Gökhan Örs tarafından çok önceleri yazılıp söylenmiş (YouTube’da bulabildiğim en eski kayıt sekiz yıl öncesine ait) bir şarkı.
Basın bülteninde yazdığına göre Ferhat Göçer şarkı için duygularını şu cümlelerle ifade etmiş: “Albümüme alacağım şarkı; önce benim kalbime girmeli, tüylerimi diken diken etmeli ki ‘Aşkın Mevsimi Olmaz ki’ bunu fazlasıyla başardı. Sözü ve müziği bir bütün, samimi, yaşanmışlığı olan bir şarkı.”
İşte bu duygu ve düşüncelerle Gökhan Örs’ün yıllardır YouTube’a hapsolmuş şarkısını geniş kitlelerle buluşturmuş Ferhat Göçer. Bu şarkı, 2017 yılı içerisinde yayımlanacak yeni albümünün habercisiymiş aslında. Albüm habercisi şarkıları yazmam pek, albümü beklerim ama bunu yazasım geldi. Yazdım gitti.
(23 Şubat 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
İlk albümünü 2011 yılında piyasaya çıkarmıştı ve sadece Ravi adını kullanmıştı o günlerde. Oysa biz onu “Eksik” gibi “Kalp Kırılsa da Sever” gibi “hit” şarkıların bestecisi Ravi İncigöz olarak tanıyorduk. İyi bir albümdü ama sanırım albümün kendisinden azade bir takım problemlerden dolayı üzerine fazla oynanmadı. 2014 yılında “Şeker” adlı şarkısıyla ve Mustafa Ceceli’nin düet desteğiyle karşımıza çıkan Ravi İncigöz, geçtiğimiz günlerde ikinci albümünü DMC etiketiyle yayımladı.
Albümde yedi şarkı ve iki farklı versiyon var. Bu yedi şarkının biri daha önce tekli olarak yayımlanan “Şeker”, ikisi ise ilk albümde de yer alan şarkılar. Yani toplamda dört yeni şarkı var bu albümde. Bu da bugünün müzik piyasası için makul bir sayı.
İlk albümün en iyi şarkılarından biri olan “Bugün”, bu albümde Febyo Taşel tarafından yapılmış yeni düzenlemesiyle çıkış şarkısı olmuş. İyi de olmuş. İlk versiyonu daha akustikti ve hiç de fena değildi ama bu düzenleme şarkıyı daha kolay algılanabilir kılmış.
İlk albümden bu albüme transfer olan diğer şarkı ise “Acı Aşk”. Bu şarkının sözlerinde kısmen değişiklik yapmış Ravi İncigöz ve hem Febyo Taşel’in yeni düzenlemesiyle, hem de Soner Türksoy’un “House Versiyon”uyla bu albüme dâhil etmiş. Albümlerdeki çok şarkının heba olduğu, kısa sürede “eski” kabul edilip gündemden düştüğü bir zamanda aynı şarkıları 5 yıl sonra yeniden söylemek tuhaf olmasa gerek artık. Hele ki şarkılar daha fazla ilgiyi hak ediyorsa.
Sözleri Ravi İncigöz ve Cüneyt Tek’e, bestesi Ferdi Karameşe’ye ait “Şeker” de hem daha önce yayımlanan “Feat. Mustafa Ceceli” tekli versiyonu, hem de “Remix” versiyonu ile yer alıyor albümde.
Gelelim yeni şarkılara…
Söz ve müzikleri Ravi İncigöz’e ait dört şarkının dördü de hem söz hem de melodik yapı olarak güçlü pop şarkıları. Daha ilk dinleyişte nasıl da Mustafa Ceceli’ye uygun bir şarkı diye düşündüren ama Ravi’nin de solist olarak altından başarıyla kalktığı “Bi’ Dön”, alaturka-arabesk tınılarıyla kulağa hemen yer eden “Yapamam”, İspanyol yürüyüşlü “Canım” ve romantik mi romantik “Teşekkür Ederim” türün sevenlerini ziyadesiyle memnun edecektir.
Her şeyden önce Ravi İncigöz, koştuğu kulvarda ve konumlandığı müzikal kategoride iyi bir şarkı yazarı. Şarkıcı olarak ilk albümüne kıyasla gözle görülür (daha doğrusu kulakla duyulur) bir fark da var. Şimdi daha kendinden emin, sözlere, notalara daha hâkim. Daha önce de yazmıştım, yineleyeyim; ses renginin ilk dinleyişte yadırganan bir tarafı, bir tizliği de yok değil. Bunu bir karakteristik olarak da kabul edebilirsiniz tabii.
Ravi’yi bir animasyon film karakterine dönüşmüş kapak fotoğrafını saymazsak, Serkan Özdemir tarafından çekilmiş siyah beyaz kartonet fotoğrafları ve Fatih Kocatürk’ün tasarımı albümün ruhuna ve iklimine gayet uygun.
Özetle Ferhat Göçer – Mustafa Ceceli – Yalın çizgisinde solistleri ve şarkıları seviyorsanız bu albümü sevmemeniz için bir neden yok. Bu genelleme bir haksızlığa da yol açsın istemem zira Ravi’nin şarkıları ve sesiyle yarattığı epeyce romantik atmosfer, bahsi geçen her üç isimden de daha samimi, daha inandırıcı. Bunu da söylemeden geçemeyeceğim.
4. SİHİRLİ MİKROFON RADYO ÖDÜLLERİ ÖDÜL TÖRENİ (11 ŞUBAT 2016)
Tatsız, tuzsuz, eğlencesiz, ruhsuz, duygusuz, inceliksiz çünkü kültürsüz ve sanatsız yarınlara koşar adım gidiyoruz. İçimiz boşalıyor, kuruyoruz. Kurutuluyoruz daha doğrusu. Çoraklaştırma, susuzlaştırma, duyarsızlaştırma ve hatta beyinsizleştirme harekâtı televizyonlar, radyolar, gazeteler, dergilerle yani insanlık tarihinin en etkili silahlarıyla tam gaz devam ediyor. Kavruk sesi, bozuk diksiyonuyla kötü şiirler okuyan adamları, ağzında sakız varmış gibi konuşurken dünyanın en geri zekâlı cümlelerini bile ancak kafa göz yararak kurabilen aciz kızları alkışlıyoruz. Sözü noksan, müziği noksan şarkıları seviyor, sesi noksan şarkıcıları besleyip büyütüyoruz. Geçmişi inkâr ediyoruz topyekun, yok sayıyoruz. Kendimizden başlatıyoruz tarihi, kendimize yontuyoruz adaleti ve sonra kendi yalanımıza kendimiz inanıyoruz.
FERHAT GÖÇER HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ 5 AĞUSTOS 2015
Müzik devam ederken o bir an duruyor, gözlerini dikip sahneden aşağı doğru bakmaya başlıyor. Üstüne alınıyor insan ister istemez, oturduğun yerde bir toparlanıyorsun. Sonra ansızın silkinip kaldığı yerden devam ediyor. Kâh orkestrayı mahir hareketlerle yönlendiriyor, kâh seyirciye pas atıyor. Sonra tanıdık birine, bir göz işaretiyle “gördüm seni, buradasın, hoş geldin,” dediğini hissettiriyor, ardından çok uzaklara bakıyor, söylediği şarkının derinlerinde kayboluyor, adeta transa geçiyor.
Genç film yıldızı Fatma Girik, evinin yatak odasında “gizlice “nasıl görüntülendi? Gülriz Sururi’nin kaç kürkü, kaç pabucu var? Ayhan Işık’ın çıplaklığı adilik derecesine düşürmeyen rol arkadaşı kim? Tüm bu soruların cevapları 49 yıl öncesinin Ses dergilerinde saklı. 1966 yılında bir gezintiye buyurun.
“Yarabbim”i daha tüketmemiş iken, geçtiğimiz günlerde Ferhat Göçer ismini bir başka teklide daha gördük. DMC etiketiyle yayımlanan bu teklide Ferhat Göçer bir Hüseyin Karadayı düzenlemesini seslendiriyor. Sözleri Aysel Gürel’e, bestesi Onno Tunç’a ait Sultan Süleyman ilk kez 1988 yılında Sezen Aksu tarafından seslendirilmişti. 2007 çıkışı “Onno Tunç Şarkıları” albümünde Levent Yüksel’in yeniden seslendirdiği bu şarkı, bu yıl iki farklı yorumla karşımıza çıktı. Hüseyin Karadayı Feat. Ferhat Göçer bu yorumlardan biri. Aynı günlerde piyasaya çıkan "Aysel’in” adlı albümde ise aynı şarkının Mabel Matiz yorumu var.
Ben Mabel Matiz yorumunu daha önce dinlemiş ve “bu şarkı için bundan daha iyisi yapılamaz” diye geçirmiştim içimden. Yeniden söylenen az şarkı vardır ki orijinalinden başka bir anlam, değer kazansın. “Sultan Süleyman”ın sözlerindeki ağıtı yıllar sonra ortaya çıkaran Mabel Matiz yorumu (ve Cihan Murtezaoğlu düzenlemesi) tam da bu istisnalardan biri olmuştu işte.
Mabel Matiz’den sonra şarkının Hüseyin Karadayı versiyonu ve Ferhat Göçer yorumunu dinleyince takdir edersiniz ki eşekten düşmüş karpuza döndüm. Evet, bir dönem sevdiğimiz şarkıların “remix” edilmiş hallerine “beach”lerde, kulüplerde eşlik etmeye bayılıyoruz her yaz ama bu defa bu gayeyle seçilen şarkı keşke bu olmasaymış. Çünkü olmamış.
Bu şarkının seçilmesinde Muhteşem Yüzyıl dizisinin yarattığı sempatik ve karizmatik Sultan Süleyman algısının ne derece rolü var bilinmez. Ama düşünün ki Onno Tunç’un öğrencilerinden biri olan Levent Yüksel’in Murat Uncuoğlu düzenlemesiyle söylediği versiyon var elimizde örnek ki, o da hiç olmamıştı.
Teklinin kapak tasarımı da, tesadüf müdür bilemem ama en az “Yarabbim”inki kadar fena. Özellikle fotoğraf (biri yere, biri uzaklara bakan ve boyları birbirinden çok farklı olan Göçer ve Karadayı’nın belli ki rastgele çekilmiş yan yana fotoğrafı) hepsinden fena.
Albümlerini en iyi değerlendiren isimlerden biridir Ferhat Göçer. Her albümünde mümkün olduğunca çok sayıda şarkıya klip çeker, şarkıları yeni versiyonlarla servis eder, olmadı “remix” yaptırır ve uzun süre gündemden düşürmemeyi bir şekilde başarır. Nitekim 2011 çıkışlı son albümü “Seni Sevmeye Aşığım” da Göçer’i 2013 yılı Ocak ayına dek idare etti. Geçtiğimiz günlerde ise yeni bir şarkıyla karşımıza çıktı.
Dijital tekli olarak Emre Müzik etiketiyle satışa sunulan “Yarabbim”, söz ve müziği Altan Çetin’e ait bir şarkı. Zaten işin esprisi de Altan Çetin ve Ferhat Göçer isimlerinin ilk kez bir araya geliyor olması. Neresinden baksanız enteresan bir buluşma. Bir tarafta bugüne dek hep “salon şarkıları” söyleyerek bir kariyer inşa etmiş Ferhat Göçer, diğer tarafta doksanlardan iki binlere uzanan bir çizgide Türkçe popun ritmini hızlandırmış, “Yok Yere” gibi, “Kırmızı” gibi dans şarkılarıyla bugünün popuna da ilham vermiş Altan Çetin…
Sanırım bu buluşma en çok Ferhat Göçer’in işine yaramış. Kendi adıma, uzun süredir kanıksamaya, hatta bir parça da sıkılmaya başladığım çizgisinin dışına çıkmasına hem şaşırdım, hem de bir “oh be” demekten kendimi alamadım. Şu sıralar pop müziğinde yeni bestelerinin yokluğu en çok hissedilen isimlerden biri olan Altan Çetin’in sıfır kilometre bir şarkısına bu vesileyle kavuşmak da cabası. Ozan Doğulu’nun dinamik düzenlemesi şarkıyı tam da mevsimin ruhuna uydurmuş ve “Yarabbim” böylece yaz boyu çalınacak, dinlenilecek şarkılardan biri olmuş. İki de tenkidim var bu tekliye dair. Birincisi gerçekten çok kötü, çok basit duran, azıcık Photoshop kullanan herkesin daha iyisini yapabileceği kapak tasarımı; ikincisi ise şarkının adı. Şarkının adını ilk duyduğumda ben de herkes gibi Göçer’in bir Gencebay klasiği olan “Yarabbim”i yeniden söylediğini zannettim. Bu dereceye ismiyle özdeşleşmiş bir şarkı varken ortada, bu algı karışıklığını yaratmamak adına, şarkıya başka bir isim verilmeliydi bence.
Şunu içtenlikle söyleyebilirim ki, “Yarabbim” Ferhat Göçer için yeni bir dönemin başlangıcı olabilir ve başka bir hedef kitlesini, başka bir yerden yakalayabilir. Göçer demode kalmamak, kariyer tazeleyebilmek, güncellenebilmek için bu fırsata dört elle sarılmalı ve arkasını getirmeli.
Tarzları, tavırları, duruşları ve kariyer çizgileri zerre kadar benzeşmese de, Erol Evgin’den bu yana ‘ailemizin sanatçısı’ çizgisine en çok yaklaşabilen şarkıcı Ferhat Göçer’dir dersem sanırım yanlış olmaz.
(Zip İstanbul dergisinin Kasım 2005 sayısında yayımlanmıştır.) Uzunca bir süredir adı dilden dile dolaşan Ferhat Göçer, nihayet ilk albümüyle müzik pazarına resmi olarak intikal etti. Beklendiğinin aksine o pek ilgi gören sahne programlarındaki repertuarını albümünde sadece birkaç örnekle sınırlı tutan ve bu ilk çalışmasında çoğunlukla yeni şarkılara yer veren Göçer’in ne derece hesaplı kitaplı bir çıkış yapmaya çalıştığı her halinden belli oluyor. “Aman”, “Tamah” ve özellikle “Yastayım”gibi hiç de fena olmayan yeni şarkıların hemen ardından bir alaturka, bir arya, bir de türkü patlatmış Göçer. Bu haliyle albüm hayli alacalı bulacalı.
Ferhat Göçer’in sahne üzerinde ispat etmekten bir haz aldığı sesinin kudreti ise işin içine stüdyo teknolojileri girince aynı ihtişamla albüme yansımamış. Üstelik bu eğitimli ve iyi şarkıcının bunca prozodi hatası yapması da çok şaşırtıcı. Tüm bu eksilerine rağmen popun epeyce kondisyon kaybettiği bugünlerde Göçer’in hiçbir masraftan kaçınılmamış bu albümü ona istediği çıkışı sağlayacak gibi görünüyor.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.