(7 Haziran 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
2015’de yayımlanmış “Ege’nin Türküsü” adlı ilk albümünde Ege türküleri seslendirmişti Canan Çal. Yeni teklisinde ise ‘90’lı yıllardan bir arabesk şarkıyı yeniden seslendirmiş. “Ben Ne İnsanlar Gördüm” geçtiğimiz günlerde Ölmez Müzik etiketiyle yayımlandı.
Sözleri Ahmet Selçuk İlkan, bestesi Ahmet Arslan imzası taşıyan “Ben Ne İnsanlar Gördüm”, ilk kez 1993 yılında İbrahim Tatlıses tarafından seslendirilmişti. Şarkının bu yeni versiyonunu Orhan Ölmez düzenlemiş.
Hem düzenleme hem de yorum şarkıyı arabesk kulvarından çıkarıp başka bir yere taşımış. Bir İbrahim Tatlıses şarkısını yeniden seslendirmek ancak böylesi bir biçimde dezavantaj olmaktan çıkarılabilirdi. Canan Çal’ın abartısız yorumu ve Orhan Ölmez’in sakin düzenlemesiyle “Ben Ne İnsanlar Gördüm” kendi dinleyicisini bulacağa ve Canan Çal isminin daha geniş kitlelerce tanınmasının yolunu açacağa benzer.
Ne güzel oluyor böyle eski albümler birer birer plak olarak
basılıyor yeniden. Önceleri tek tüktü, şimdilerde hemen her müzik firmasının
katalogundaki albümleri plak olarak basma projesi var. Şu ana dek basılandan
çok daha fazlası basılmak üzere hazırlanıyor. İçlerinde çok da güzel sürprizler
var.
(5 Aralık 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
“Pop-star” tabirinin Türk halk müziğinde bir karşılığı olsaydı, ilk sıraya yazacağımız isimlerden biri şüphesiz onunki olurdu. Bedia Akartürk ‘60’lı yıllardan bu yana Halk müziğinin en popüler yıldızlarından biri olarak var oldu hayatlarımızda. Kendine özgü sesi ile hafızalarımıza yer etti. Yanı sıra kendisinden önceki kuşağın halk müziği yıldızlarından farklı olarak sahnede ve ekranda hareketli ve neşeli tavırları, sempatisi ile de şahsına münhasır bir yıldız oldu.
Dönem dönem gelip geçen moda akımlara çok yüz vermeden otantik halk müziğini korudu ve yaşattı. Çok ender olarak Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses şarkıları söylediğinde bile o şarkıları halk müziği formuna adapte etti. Bir yörenin, bir ağzın türkücüsü olmadı; Ödemişli olmasına karşın Ege türküleri kadar diğer bölgelerin türküleriyle de sevildi, kabul gördü.
Bedia Akartürk bugün 75 yaşında ve 55. sanat yılını yeni bir albümle kutluyor. Albüm elime ulaştığında çocukluğumdan bu yana kulağımı doldurmuş o şen sesi yeniden duymak beklenmedik bir yer ve zamanda eski bir dostla rastlaşmak duygusunu yaşattı bana. El yazısıyla yazılıp imzalanmış ve albüme iliştirilmiş mektubu gördüğümde ise o dostla kucaklaşmış kadar oldum.
Ati Müzik etiketiyle piyasaya sürülen “55. Sanat Yılı” adlı albümde on dört türküye sesiyle hayat vermiş Bedia Akartürk. Kenan İlgen yönetmenliğinde hazırlanan albüme aranjör olarak Müslüm Sevim ve Serhat Şentürk imza atmış. Hemen hepsi bildik, tanıdık türkü ve türkü formunda besteleri Akartürk’ün sesinden yeniden dinlerken, hem halk müziği formalarının dışına çıkmadan, hem de bugünün “sound” anlayışını es geçmeden yakalanmış müzikal tatla şöyle başından sonuna dolu dolu bir halk müziği albümü dinlemenin keyfine varıyorsunuz.
Bedia Akartürk çocukluğumun plaklarından, ilk gençlik yıllarımın siyah beyaz televizyon ekranlarındaki tek tük eğlence ve konser programlarından kalma anılarla en çok “Elmaların Yongası”dır, “Aslan Mustafa”dır, “Gayri Dayanamam”dır benim için. Muhakkak başkaları için de başka türkülerdir ama bu albüm bu mantıkta bir “best of” değil. “Gayri Dayanamam” var evet, yanı sıra “Mühür Gözlüm” de var, “Yeşil Başlı Gövel Ördek” de, “Zar Etme Bülbül” de.
Akartürk elbette ki yılların bilgisi ve tecrübesi, özellikle de sahne deneyimi ile halkın nabzını tutacak, enerjiyi hiç düşürmeden ardı ardına kalbe dokunacak, yeri gelince coşturacak türküleri sıralamayı iyi biliyor ve albüm tam da bu nedenle su gibi akıp gidiyor.
Bir insanın 75 yaşında sesinde ve şarkıcılığında en ufak bir eksilme olmadan şarkı söyleyebilmesi, görüntüsü ile de hâlâ ‘70’lerde nasıl biliyorsak öyle kalabilmesi ancak Akartürk gibi özel isimlere mahsus bir Tanrı hediyesi olmalı. Tıpkı gökyüzündeki yıldızlar gibi yeryüzündeki yıldızları da hep bildiğimiz, hatırladığımız gibi görmek isteriz ya, Bedia Akartürk işte tam da o hissi yaşatıyor bu albümle.
Geçtiğimiz günlerde Altın Kelebek Ödül Töreninde yirmi yılını doldurmuş bir pop yıldızımıza ödül verilir, halk müziği, arabesk ve fantezi türleri bir tek kategoride birleştirilirken benim gibi gördükleri karşısında sinirleri bozulmuş, bu ülkenin müziğini, müzik geçmişini iyi kötü bilen herkes için bu albüm bir yatıştırıcı olabilir. Albümün tam da o gecenin ertesi sabahı elime ulaşması bende öyle bir etki yarattı nitekim.
55. yılınız kutlu olsun Bedia Akartürk. 60. yılınızı da kutlamak temennisiyle.
(Blue Jean dergisi Şubat 2016 sayısında yayımlanmıştır.)
Konçlu Converse ayakkabılarımın beyaz bağcıklarını söküp,
yerine o sıralar her köşe başında satılmakta olan fosforlu bağcıklardan
almıştım. Studio 54’de “Brother Louie” çalarken piste çıkıp dans edeceksem, turuncu
fosforlarım cayır cayır göstermeliydi kendini. Kollarını dirseğime kadar
sıvadığım ceketimin vatkaları omuzlarımı olduğundan geniş gösterir, yüksek
belli ve pilili kot pantolonumun içine soktuğum Shetland kazağım pembe yeşil
desenleri ile göz alırdı. Ray-Ban güneş gözlüğümse kenarı kıvrılarak pantolonumun
üzerine doğru sarkıtılmış örme kemerime takılı kutusunda durur, havama hava
katardı o esnada. Kelebek tokalı tunikli, taytlı, tozluklu kızlar Flashdance
figürleri yaparken karşımda, ben kâh Tolga Savacı sanırdım kendim, kâh Patrick
Swayze.
(Milliyet Sanat dergisi Ağustos 2015 sayısında yayımlanmıştır.)
Uzun yıllar sonra bir gün birisi onun hayatını anlatmaya koyulduğunda, sadece bir şarkıcının, bir şarkı yazarının hikâyesi olmayacak anlatılan. Tek başına bir kadının ayakta kalış, direniş, karşı duruş hikâyesi okunacak satır aralarından. Bu yazı bunun kısacık bir özetidir. Bu, bir uyumsuzun hikâyesidir.
Ünlü bir annenin ya da babanın çocuğu olmak her hal ve koşulda zor… Çünkü doğuştan ünlü oluyorsunuz ve bu ünü hak edip etmediğiniz hayatınız boyunca sorgulanıyor. Doğrusu çekilir şey değil. Bir yeteneğiniz yoksa ayrı dert (Zehra Çilingiroğlu misal), varsa daha beter. Bu defa da kendinizi ispat derdine düşüyorsunuz ister istemez.
Şimdi İdo Tatlıses’ten bahsederken, İbrahim Tatlıses ve Derya Tuna’nın oğlu demeden olur mu? Olmaz. İbrahim Tatlıses’i İdo Tatlıses’in babası diye anmamız içinse İdo’nun bir değil bin fırın ekmek yemesi lazım. Haliyle babanın gölgesi hep üzerinde kalacak yıllar boyu. Ne yapsa böyle bu…
Oysa İdo Tatlıses bir hayli çalışıyor. O kaşlarıyla, danslarıyla alay konusu edilen, “dj”liği ciddiye alınmayan yeni yetme çocuk son bir sene içinde şarkıcı olarak kendini ispat için epeyce çaba sarf etti. 2014’de önce beş şarkılık bir mini albüm, ardından da bir tek şarkının sekiz farklı versiyonu bir araya getirdiği bir tekli yayımladı. 2015’i ise bu defa üç şarkılık bir mini albümle karşılıyor İdo. “Kaç Kere” adı verilmiş bu albüm, geçtiğimiz günlerde Deriko Müzik etiketiyle yayımlandı.
Albümde yer alan “Kaç Kere” ve “Kanayan Yara” adlı şarkıların söz ve müzikleri Eralp Yavuz tarafından yazılmış, düzenlemeleri Cüneyt Yalmaz yapmış. “Aşk Bunun Adı” adlı şarkı İdo Tatlıses’in yazdığı bir şarkı ve düzenlemesi Erdem Kınay’a emanet edilmiş.
İlk albümünde arabesk-pop bir çizgiden ses veriyordu İdo. Hem şarkılar o minvaldeydi, hem de İdo’nun şarkı söyleme biçimi. Buna karşın ses rengi babasını pek andırmıyordu. Şivesi yoktu ve şarkı söylerken babasını taklit ettiği de söylenemezdi ki baba Tatlıses’in ilk yıllarında hiç olmadığı kadar abartılı bir şive kullandığı “k” ve “h” harflerini nasıl patlattığı malum.
Yine 2014 yılı içerisinde yayımlanan “Satır Satır” teklisinde ise daha pop havasında bir İdo Tatlıses vardı. Onca “remix” boşuna değildi.
Bu albümde ise şarkı söylemeyi daha fazla öğrenmiş bir İdo’dan bahsetmek mümkün. “Kaç Kere” ve “Aşk Bunun Adı”, kendi kulvarında hiç de fena pop şarkıları değil. Bu iki şarkıda da pes seslerde hâkimiyeti elden kaçırmadan duygusunu dinleyene geçirmeyi başaran İdo, dik perdelerde bir parça zorlanıyor gibi. O noktada stüdyo teknolojisi devreye girip durumu kurtarmış belli ki. Ancak vurgular ve prozodi açısından piyasadaki nice erkek şarkıcıdan daha iyi.
“Kanayan Yara” ise diğer şarkılara nispetle daha sıradan, vasat tınlıyor.
Ha bir de, albüm kapağındaki resimlerden de anlaşıldığı üzere İdo Tatlıses’in acilen profesyonel bir “styling” çalışmasından geçmesi gerekiyor.
(27 Nisan 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Sivas’ta doğan ve liseden mezun olana dek orada yaşayan Serkan Kaya, İstanbul’a geldikten sonra müzik çevrelerine girmiş ve ilk albümünü 2000 yılında, henüz 22 yaşındayken yapmış. İlk albümüyle ikinci albümü arasında ise on yıldan fazla bir süre var. Bu süre zarfında daha ziyade besteleriyle adını duyurmuş. İlk olarak 2009 yılında Devran İskender tarafından seslendirilen “Mesele”, bunların en bilinenlerinden. Şarkı daha sonra Ceylan tarafından da seslendirildi ama galiba en çok Serkan Kaya’nın sesinden sevildi. Nitekim “Mesele”, 2014 yılının gizli “hit”lerinden biri oldu. Serkan Kaya bu şarkıyı “remix” bir versiyonla piyasaya sürdü ve epeyce ses getirdi. Zaten 2011 yılında yayımlanan üçüncü albüm de Serkan Kaya isminin arabesk müzik sevenlerin hafızalarına kazınmasında bir hayli etkili olmuştu.
Serkan Kaya’nın üçüncü albümü “Gönül Bahçem”, ise geçtiğimiz günlerde Poll Production etiketiyle piyasaya sürüldü. Kaya nicedir gece hayatının aranılan isimlerinden biri. Uzun zamandır popun ve bir çeşit “rock”ın içine sıkışıp kalmış arabesk müziği adlı adınca seslendiren birkaç isimden biri çünkü.
Tabiri caizse, “eli yüzü düzgün”, yalansız dolansız arabesk yapıyor Serkan Kaya. Sosyetik gece kulüplerinde sahneye çıkması, düğününün, evinin magazin haberlerine/programlarına konu olması ile filan, kendinden önceki kuşağın arabesk yıldızlarına benzemiyor belki. Gerçi onlar da artık kendilerine benzemiyorlar. Ne Orhan Gencebay, ne İbrahim Tatlıses, ne Emrah, ne Kibariye şarkılarındaki anlattıkları gibi bir hayat yaşıyor artık. Bu bir kenara… Bir diğer tarafta ise Serkan Kaya’nın şarkıcı olarak birebir İbrahim Tatlıses’in izinden gidiyor olması var. O gırtlak oyunları, o cümleleri uzatıp kesmeler, o vurgular filan neredeyse birebir aynı. Tek fark ses renginde…
Herkes kendi başına bir ekol olacak diye bir kaide yok. Birileri ekol olur, diğerleri onun izinden gider. Müzeyyen Senar bir ekoldür. Zeki Müren, Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Kibariye, Muazzez Abacı, Cem Karaca da öyle… Bu yüzden peşlerinden giden, onlar gibi söyleyen onlarca şarkıcı olmuştur, hâlâ da oluyor. Kötü bir taklide dönüşmediği, sürekli aynı yerde saymadığı sürece öykünmek anlaşılabilir bir şey. İbrahim Tatlıses ekolünün de çok fazla takipçisi olduğu malum. Serkan Kaya da onlardan biri gibi. Şimdilik namzetlerine kıyasla ön plana çıktığı söylenebilir ama umarım bu benzerlik hep böyle sürüp gitmez.
Bunu bir kenara koyarsak, oldukça renkli ve türün sevenlerinin kolayca seveceği bir albüm var elimizde. Zaten çoktan “hit” olmuş “Mesele”, albümde üç farklı versiyonla çıkıyor karşımıza. Daha önce Ebru Gündeş’in seslendirdiği bir Ayla Çelik – Gökhan Tepe şarkısı olan “Vatan”, söz ve müziği Altan Çetin’e ait “Gönül Bahçem”, söz ve müziği Nezih Üçler tarafından yazılan ve albümün ilk klip şarkısı olarak seçilen “Kalakaldım”… Her biri tek başına albümü sürükleyebilecek güçte arabesk şarkılar. Söz ve müziklerini Serkan Kaya’nın yazdığı “Benden Adam Olmaz”, “Paşa Gönlüm” ve “Kalbim Senin Hâlâ” da aynı nispette etki yaratabilecek şarkılar olarak albümün başarısını garantiliyor.
Yine bir İbrahim Tatlıses formülü olarak iki de türkü çıkıyor albümde karşımıza. Bu konuda hiç riske girilmemiş ve son derece bildik, tutulmuş, sevilmiş iki türkü seçilmiş: Arif Sağ’ın meşhur “Ezo Gelin”i ve yakınlarda yeniden popüler olan “Hım Hım Yar”. Bu ikincisinin farklı bir düzenlemeyle adeta bir Balkan türküsüne dönüştürülmesi enteresan olmuş (ki türkünün bu versiyonu 2014 yılında yayımlanan teklide de yer alıyordu.)
Albümün bütünü içerisinde tek eğreti duran şarkı ise Levent Yüksel’in sesinden sevdiğimiz Sezen Aksu – Uzay Hepari şarkısı “Onursuz Olmasın Aşk”. Erdem Kınay “club” tavrındaki düzenlemesiyle bu şarkı Serkan Kaya’nın sesine de, albüme de yakışmamış.
“Mesele”nin akustik düzenlemesi de albümün popa göz kırpan bir diğer denemesi. Gelin görün ki bu versiyonda Serkan Kaya’ya eşlik eden Deniz Sujana’nın ismi her nedense albümün künyesinde yer almıyor. Eşliğinin bu şarkıda ne kadar doğru tınladığı tartışılır ama Almanya’da doğmuş Japon asıllı bir müzisyen olan Deniz Sujana’nın enteresan ses rengini de es geçmemek lazım.
Serkan Kaya, günümüzün en parlak arabesk yıldızlarından biri olma ve bir yandan da İbrahim Tatlıses’ten kalan boşluğu doldurma açısından Ferman Toprak’la aynı hattan ilerliyor. Kendilerini birbirilerine rakip görüyorlar mı bilmem ama her ikisinin yeni albümleri kıyaslandığında, Serkan Kaya bir adım öne geçmiş görünüyor. Bundan sonrası için bakalım zaman ne gösterecek.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.