Mustafa Avkıran'la Stüdyoda Bir Gün

İÇİNİZİ ISITAN ÇAKIRKEYİF ŞARKILAR


( 30 Aralık 2013 tarihinde Milliyet gazetesi Cadde ekinde ve Milliyet Sanat dergisi Ocak 2014 sayısında yayımlanmıştır.)

‘İşin mutfağı’ diye çok klişe bir laf var ya hani; müzik lisanında o mutfak, albümlerin kaydedildiği stüdyolardır desem galiba yanlış olmaz. Tiyatro oyuncusu Mustafa Avkıran şu sıralar stüdyoda. Hayır, seslendirme filan değil; Kalan Müzik etiketiyle yayınlanmış nice albümün kaydedildiği müzik stüdyosunda bir albüm kaydediyor. “Sabahlar Olmasın” adını verdiği ve Garaj İstanbul’da sezon boyu sahnelediği müzik projesini Hasan Saltık’ın desteğiyle bir albüme dönüştürmeye karar veren Mustafa Avkıran’ı stüdyoda ziyaret ettim. Mutfakta pişmekte olan yemeğin tadına bakmaktı maksadım. Sonunu başından söyleyeyim madem; pek lezzetliydi.




Stüdyoya geldiğim sırada yıllar önce Dario Moreno’nun sesinden kulaklarımıza yer eden “Her Akşam Votka Rakı Şarap”ın prova vokal kayıtları yapılıyor. Kelimenin tam anlamıyla muzır bir düzenlemeyle şarkının sözlerinde yüklü efkâr demlenmiş, hafif çakırkeyif olmuş sanki. 

TAKLİT ETMİYOR, OYNUYOR


Çalanlar da eğlenmiş belli ki çalarken. Nitekim söylerken Mustafa Avkıran da çok eğleniyor, zaman zaman kahkaha atmaktan kendini alamıyor. Altmışların Türkçe şarkı söyleyen meşhur yabancı solistleri de burada sanki, Sadri Alışık, Öztürk Serengil, hatta Celal Şahin de. Bir şarkı cümlesinden Tanju Okan geçiyor, bir başkasından Müslüm Gürses. Hepsini oynuyor Mustafa Avkıran ama taklit değil bu. Gelmeden önce taşıdığım ön yargı o dakika dağılıveriyor. Şayet bir tiyatro oyuncusu şarkıcı olmaya, hele hele bir albüm yapmaya soyunmuşsa, büyük ihtimalle entelektüel bir iş peşindedir; hep öyle olmuştur ya. “Bir de şarkı söyleme yeteneğimi görsünler ama beni eğlendirici şarkıcı da sanmasınlar, nihayetinde Shakespeare, Brecht oynamış insanım,” alt metnini okumak için çoğu zaman yakın gözlüğüne ihtiyaç duymazsınız. Neyse ki o kasvet yok bu stüdyoda. Nasıl olsun? Bir başka şarkının kaydına geçiliyor ve Mustafa Avkıran bu defa “Atalım mı Arap kızı, atalım mı vay vay, senin için on beş sene yatalım mı vay vay,” diye başlıyor bir İbrahim Tatlıses şarkısını alabildiğine neşeyle söylemeye.

'GERGİN ADAM' NEREDE?


Albümün müzik direktörlüğünü yapan ve kayıtları alan Levent Güneş kah tempo tutarak, kah ara nağmelerde kayıt masasından sesini karşı odaya duyuran düğmeyi açıp Mustafa Avkıran’ın kulağına “Şahane oldu abi, aynen devam,” gibi motivasyon cümleleri sarf ederek yükseltiyor bu enerjiyi. Güneş, sahnede de Avkıran’a eşlik eden müzisyenlerden biriymiş ve albümdeki düzenlemelerin hemen hepsini de o yapmış. Çok eğlenceli ama bir o kadar da müzikalitesi yüksek düzenlemeler nedeniyle daha önce her nasılsa tanımadığım Levent Güneş’in olsa olsa bir caz müzisyeni olabileceğine kanaat getiriyorum. Halk müziğinden yetişmiş meğerse. Orada bulunduğum zaman diliminde kaydettikleri şarkıları bana bir bir dinletirken, yaptığı işten ne kadar memnun olduğu ve nasıl keyif aldığı her halinden belli oluyor. Belki bu da bir ön yargıdır bilmiyorum ama genellikle stüdyoları ikiye ayıran camlı bölmenin teknik masa tarafında oturanlarda heyecan yüzdesi daha düşük, ciddiyet ve dahi bıkkınlık yüzdesi daha yüksek olur. Daha önce birçok film ve dizi müziği yapmış Güneş’in müzik direktörü olarak imza atacağı ilk albüm olduğu için mi yoksa Mustafa Avkıran’la tutturdukları doğru kimya nedeniyle mi bilmem ama bu stüdyoda her stüdyonun olmazsa olmazı bir ‘gergin adam’ yok.

SÜRPRİZ DÜETLER


Sahne şovuyla aynı adı taşıyacak albümde on altı şarkı olacakmış. Sahne repertuarındaki kırkı aşkın şarkı arasından seçilen “cover”ların yanı sıra farklı olarak dört de özgün beste girmiş albüme. Bu dört şarkı Aziz Nesin, Edip Cansever, Can Yücel Özdemir Âsaf ve Kemal Gökhan Gürses’in kalemlerinden çıkmış satırların Levent Güneş tarafından bestelenmesiyle oluşturulmuş. Albümdeki tüm şarkıların ortak paydası ise içki. Yani “Sabahlar Olmasın” albümünün adı gibi alt başlığı da sahne şovuyla aynı: “İçinden bade geçen şarkılar”. Nitekim Tanju Okan’ın o şahane şarkısını yeniden söylerken öyle bir “Koy Koy Koy” deyişi var ki Mustafa Avkıran’ın, o yağmurlu karlı İstanbul akşamında, Kazancı Yokuşu’ndaki stüdyodan çıkıp, doğrudan Nevizâde’ye atabilir insan kendini.

Albümün tamamında canlı enstrüman kayıtları kullanılmış. Ediz Hafızoğlu davul, Evrim Demirel piyano, Yurdal Tokcan ud, Cem Tuncer gitar, Volkan Hürsever bas, İsmail Altunsaray bağlama, Ertan Tekin zurna, duduk ve ney çalmış. Birkaç düet de olacakmış. Ceylan Ertem ve Sema düetlerini ağızlarından almayı başardım ama diğer düetlerde kimlerin olduğu şimdilik sır.


Uzunca bir süre sesimi çıkarmadan bir köşeden seyrediyorum olan biteni.  Levent Güneş, yeri geldiğinde bir müzisyen kulağıyla yönlendiriyor Mustafa Avkıran’ı. “Şurada şu duyguyu mu versek abi,” diyor, bir dakika sonra kayıt odasında Mustafa Avkıran oyuncu olmanın averajıyla, o duyguya bürünerek tonluyor şarkı cümlesini. Her notanın değil belki ama her kelimenin hakkını vermeyi iyi biliyor haliyle. Şarkıcılar oyunculuk eğitimi mi almalı acaba diye geçiriyorum içimden ister istemez. Şarkılar daha mı güzel, daha mı dokunaklı olurdu ki o zaman?..

Stüdyodan ayrılırken “Zamanınızı aldık,” diye ezilip büzülüyorum. Ne de olsa mahrem kabul edilir stüdyolar ve oralarda pek de yabancıları sevmezler. Aksine, Kuzey Güney’in astığı astık kestiği kestik babası, Kınalı Kar’ın çatık kaşlı Cabbar Ağa’sı, en doğal haliyle pek ehlikeyif, pek hoş sohbet, güler yüzlü bir Mustafa Avkıran olarak elimi sıkarken, varlığımızdan hiç de rahatsızlık duymadıklarını hem sözle, hem de samimi ifadesiyle vurguluyor.

Hayır, günün sonu Nevizâde’de bitmedi. Ama İstiklal Caddesi boyunca eve dönüş yolunda yürürken sepeleyen kara rağmen hiç üşümediğimi fark ettim. Dinlediğim şarkılar içimi o kadar ısıtmıştı. 

"ŞARKILARDAKİ ADAM BENİM"


YAVUZ HAKAN TOK: Nasıl başladı ve yol aldı bu proje?

MUSTAFA AVKIRAN: Çok yoruldum ben tiyatro yapmaktan. Diziler filan da beni bir hayli yordu. Böyle kendimi hafif hissedeceğim ve istediğim gibi sahnede olacağım bir iş yapmak istedim. “Sabahlar Olmasın” aslında tamamen keyfi, kendim için ortaya çıkardığım bir işti. Proje ilk aklıma geldiğinde oturup serbest çağrışımla yazmaya başladım. Rakı, rakılı şarkılar, içkili şarkılar, sabahlar olmasın, meyhane… Böyle döktüm aklımdakileri kağıda. Sonra şarkılar dinledim. Dinledikçe yenileri geldi. Hüdai Aksu, Şükran Ay, Oğuz Yılmaz, Kahtalı Mıçı, İbrahim Tatlıses… Hepsini dinledim günlerce. Orada dramaturg tarafım girdi devreye. Önce şarkıların metinleri ve makamları arasında bir ilişki kurmaya çalıştım ve yavaş yavaş çözdüm o ilişkiyi. Seçtiğim şarkıların listesini Levent’e  gösterdiğim zaman, ‘Bu repertuarı çalmaya kimse yanaşmaz’ dedi bana. ‘Misal Tanju Okan çalan Şükran Ay çalmaz, onu çalan bunu çalmaz,’ dedi. Ama şansım da yaver gitti galiba. Dört iyi müzisyen bir araya geldi. Provalarda onu öyle mi bunu böyle mi yapalım derken su yolunu buldu. Ve hakikaten türküden klasik Türk müziğine, poptan arabeske nasıl geçtik ben de anlamadım. Ama sonunda yağ gibi akan bir repertuar çıktı ortaya ve onlar da çok keyif aldılar çalarken. İtiraf edeyim ki biz o konserleri yapmasaydık bu albümün düzenlemeleri bu kadar yaratıcı, bu kadar heyecan verici olmazdı.


YHT: Yaptığınızın ne kadarı oyunculuk, ne kadarı şarkıcılık?   
MA: Ben hayatım boyunca gösteri sanatlarında anlatım biçimleri üzerine kafa yordum. Tiyatronun sadece sözden ibaret olmadığını savundum. Mesela ‘90’larda yaptığım Mezopotamya üçlemesinde söz, hareket ve müziği iç içe kullandım. Sonrasında eşim Övül Avkıran’la girdiğimiz yolda da bütüncül sanat eseri denilen şeye doğru gittik. Oyunculuk, anlatıcılık, aktarıcılık, dengbejlik, şarkıcılık, söz söyleyen, eline saz alıp köy köy dolaşan ozanlar… Hepsi var içinde. Toplamda kendime ait bir şeyler anlatmak yerine başkalarının söylediklerini aktarıyorum. Topladığım hikayeleri anlatıyorum aslında. Bu projede şarkıcı-oyuncuyum. Albümle beraber bir de ‘styling’ olacak. Gece hayatının adamı gibi ya da meyhanelerde dolaşıp şarkı söyleyen bir adam. Yani onun da kendine ait bir ‘personaj’ı olacak.


YHT: Stüdyoda şarkı söylemek başka bir deneyim olsa gerek. Zorlandınız mı?

MA: İlk başta çok zorlandım. Şarkıcılık oyunculuktan bin kat daha zor benim için ama ben galiba zorluklarla oyun oynamayı seviyorum. Stüdyo denilen şey o kadar hesaplı bir şeymiş ki… Her sazın bastığı, her notanın çıktığı yer belli ve değiştiremiyorsunuz. Sahnede çok özgürüm, bir hata yapsam da toparlayabilirim ve gösterinin bütünü içinde o hata görülmeyebilir ya da affedilebilir. Ama stüdyo öyle değil. Bir de bu albümde tamamen canlı enstrümanlar çalındı ve o kadar iyi müzisyenler çaldı ki ben de kendimi onların hakkını vermek zorunda hissettim. Elbette hataları teknik yollarla düzeltmek mümkün ama ben onu yaptırmamaya çalışıyorum.

YHT: Bu zamanda içinden içki geçen şarkılarla bir albüm yapmak muhalif bir tavır olabilir mi?

MA: Bizim yaptığımız işler bugüne kadar hep muhalif oldu zaten. Bunun da muhalif olmaması düşünülemez. Ama biz onu amaçlayarak yapmadık; öyle denk geldi. Bunlar niye hiç söylenmiyor diye yola çıktık, o sırada alkol yasası gündeme geldi. “Vardar Ovası” meselesi çıktı sonra. Birdenbire kendiliğinden muhalif oldu proje ama aslında o maksatla yapmadık. Biz bu ülkenin eğlence kültürüne ait olan bir şeyin altını çizmek, hakkını vermek için başladık bu projeye. Bizim yaptığımız içkiye özendirmek değil. Mesela ensest konuşulmuyor bu ülkede ama çok yaygın. Kadına yönelik şiddet de aynı şekilde. Bu ülkede içki de var, sigara da, eğlence müziği de… Dahası bu toprakların kadim kültüründe muhabbet diye bir şey var ve bu muhabbetin içinde şarkılar, türküler var. Bunları yok sayamazsınız.


YHT: Alkol yasaklarının hışmına uğramaktan korkmuyor musunuz peki?

MA: Asla korkmuyorum. Bunlar her yerde çalınan ve söylenen şarkılar. Ama bu şarkıları yan yana dinleyince rahatsız olacak birileri var, onu biliyorum. Bir de ben şarkıların hikâyelerini aktarıyorum aslında. Şarkının ne demek istediğini içselleştirerek okuyor ve anlatıyorum. Bu yüzden sanırım şarkıların sözleri her zamankinden daha fazla dikkat çekecek. Kaldı ki mesela şu anda oynadığım Kaçak dizisinde bir başlıyoruz öldürmeye, yirmi otuz kişi ölüyor, silahlar konuşuyor. O da öldürmeyi özendiriyor o zaman. Ekranda içki içmek, şarkıda ya da klipte içki olması neden özendirsin ki?

 YHT: Söylediğiniz şarkılardaki adam siz misiniz sahiden?


MA: Benim evet. Zaten bunu ben hayal ettiğim ve bu şarkıları söylemek istediğim için oldu bu proje. Mesela Müslüm Gürses’in “Açılsın Meyhaneler” diye bir şarkısı var. Ben de öyle düşünüyorum. Hakikaten açılsın meyhaneler, boş durmasın kadehler…

ARALIK 2013

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder