"Star"ım Şahaneyim!


“Star”lık tek başına ne sesle, ne fizikle, ne şarkıyla, ne dansla, ne cinsi cazibeyle, ne şunla bunla oluyor. Eğer bir “star” için kendisi ve çevresindekiler tarafından doğru bir kariyer planlaması yapılmazsa, bu kıyıcı arenada saman alevi gibi hızla parlayıp, aynı hızla sönmek yüksek ihtimal. Bu alev tesadüfen de yanmış olabilir, şansınız yaver gitmiş de olabilir, şartlar lehinize olgunlaşmış da olabilir ama alevin sürekli harlı kalması için şans da tesadüf de yetmez. İşte tam da bu noktada strateji ve kariyer planlaması devreye girer.

“Star”ın öncelikle müzik sektöründeki ve dinleyici nezdindeki konumunu iyi irdelemesi gerekir. Sanal alem icat oldu olalı, en “star” yerine koymadığımızın bile şuursuzca hayran binlerce, on binlerce “fan”ı var. Yani eskiden de vardı belki ama sanal alemin icadıyla birlikte gözle görülür, kulakla duyulur oldular.


Şarkıcılık gibi mutlak yüksek ego gerektiren bir iş yapıyorsanız, çevrenizde size sürekli kendinizi iyi hissettirecek, size ne kadar şahane, mükemmel, eşsiz, biricik, önemli, değerli olduğunuzu hatırlatacak birilerine ihtiyaç duyarsınız. Kimini parayla tutar (asistan, basın danışmanı, menajer gibi), işi gücü size hayranlık duymaktan ibaret olanların ise bir iki yemle (bir hayranlar buluşması, Twitter’dan/Facebook’tan yazılmış bir mesaj, konser çıkışı iki sohbet bir imza) hayranlıklarını sıcak tutarsınız. Her iki türlü de çevrenizdekiler egonuzu daha çok, daha da çok şişirmeye (profesyonel ya da değil)hazır ve nazırdır.

Çevresindeki profesyonel ve dolayısıyla samimiyetsiz kalabalığın ona zarar vermeye başladığını görüp arada bir silkinen, orkestrasından menajerine birlikte çalıştığı herkesi değiştiren nice “star” vardır. Genellikle vefasızlıkla, hatır bilmezlikle suçlanırlar. Camiada çoktur bu hikayeler. İşin vefasızlık kısmı doğrudur da bazen; kurunun yanında yaş da yanar çünkü bu operasyonlarda. Ama çoğunlukla bu işten “star” kârlı çıkar. Yolunu açar, hevesini tazeler, soluklanır.


Ne ki aynı “star”ın “fan”larını değiştirme imkanı yoktur. Onlar öyle körü körüne, gözü bağlı, öyle kayıtsız şartsız bir sevgi yumağı örerler ki “star”ın etrafında, hele bir de buna gereğinden çok önem veriyorsa “star” kişi, bir süre sonra hiçbir şeyi yanlış yapmadığını, her yaptığının kusursuz, mükemmel, dört dörtlük olduğu sanrısına kapılır. Kapılıyorlar da nitekim.

Sanal alem sayesinde kolay erişilebilir olmak “star”lara bu anlamda büyük tuzaklar kuruyor. En “cool” olanı bile bir süre sonra o sağlıksız hayran gerçekliğine inanmaya başlıyor, sanrılardan besleniyor. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da hem kendisi hem de “fan”ları en ufak bir eleştiriyi kabul edemez hale geliyor.


Birilerinin her 100 kişiden 2’sinin onun sesini beğenmediğini söylemesi bundandır. Birilerinin kendi elleriyle mahvettiği kariyerinde hala çok doğru bir yolda olduğunu sanması da… Hatta biri, biri ve birilerinin son günlerde piyasaya sürülen ve kendilerini tekrar etmekten bir adım öteye gitmeyen çok sıradan yeni şarkılarını “muhteşem yeni şarkılar” sanmaları da... Gerçeklik algısı bir kere kayboldu mu, tekrar bulmak çok zordur.

Bir “star”ın kendi “fan”larının peşine takılıp giden birinden çok, herkesin peşinde koştuğu biri olabilmesinin yolu galiba en çok yeri geldiğinde her şeye ve herkese kulaklarını tıkayıp, dünyada ne olup bittiğini de hiç kaçırmadan, kendini olduğu yerden yukarı çekecek, ileri götürecek ne varsa ona çalışmaktan, bu uğurda ter dökmekten geçiyor.


Kendisinden beklenen kadar hiç beklenmeyeni de yapabilen, şaşırtan, ezber bozan, kıskandıran, hayran bıraktıran, konuşturana “star” deniyor. Ve bu kriterle baktığımızda, bu ükede hala hiç bir “star” sıfatlı şarkıcı, Ajda Pekkan’ın eline su dökemiyor.

Sezen Aksu yıllar önce yaptığı bir sahne şovunda (güya) kendisine yazdığı bir şiir okurdu: “Starım şahaneyim, elbette bir taneyim! Ay ben kendimi yerim!..” diye biten bu şiirin sonunda da kendi ellerini kollarını öper, izleyenleri gülmekten kırıp geçirirdi.


Şöhret denen şeyin şişirdiği egoların zamanla nasıl kendine tapınmayı beraberinde getirdiğini ve bu durumun dışarıdan bakıldığında aslında nasıl da komik ve zavallı göründüğünü kimse bundan daha güzel anlatamazdı herhalde. Vj/dj ağzıyla  sözü bağlamak gerekirse; bu şiir de çevresindekilerin ve en çok da hayranlarının katkılarıyla “ay ben kendimi yerim” durumuna gelmiş olanlara gitsin o zaman!

TEMMUZ 2011

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder