Aylin Aslım’ın Kiamore için yazdığı “Memleketimden Konser Manzaraları” başlıklı yazısını okudum dün. Yazının konusu kısaca seyircinin sahnedeki müzisyene saygısızlığı olarak özetlenebilir. Evet, böyle bir gerçek var nicedir memlekette. Biz eskiden konserlerde bağıra çağıra her şarkıya eşlik edenlerden şikayet ederdik. Sahnedeki şarkıcıyı duyamıyoruz diye. İş keşke o kadarla kalsaydı. Gel zaman git zaman, bırakın şarkılara eşlik etmeyi, sahnede olan bitenle ilgisiz, salonun içinde sürekli gezip dolaşan, sohbet eden, fotoğraf çeken, sahnedeki müzisyeni bile rahatsız edecek kadar çok gürültü çıkaran bir seyirci profili oluştu.
(Milliyet Sanat dergisi Kasım 2015 sayısında yayımlanmıştır.)
“Binlerce, on binlerce, kanayana kadar alkışlayan ellerden sonra, bir yatak odası ve dört duvar, bir ayna… Elbette ki yavaş yavaş başlayan bir bunalım. Günde otuz dört ilaç ve iki insülin iğnesi… Ve bununla yaşayan yapayalnız, evet hayret edeceksiniz ama yapayalnız bir Zeki Müren…”
“Binlerce, on binlerce, kanayana kadar alkışlayan ellerden sonra, bir yatak odası ve dört duvar, bir ayna… Elbette ki yavaş yavaş başlayan bir bunalım. Günde otuz dört ilaç ve iki insülin iğnesi… Ve bununla yaşayan yapayalnız, evet hayret edeceksiniz ama yapayalnız bir Zeki Müren…”
1996 yılının yaz aylarında çekimine başlanan Batmayan Güneş Zeki Müren belgeseli için uzunca bir inziva döneminden sonra ilk kez kamera karşısına geçen Zeki Müren, bir süredir kendini dinlediğini, dinlendiğini anlatırken, yıllardır içinde yaşadığı büyük yalnızlığı da bu cümlelerle ele veriyordu. Yalnızdı. Kimseyle görüşmüyordu. Bodrum’daki evinin kapısına gelenler onu göremeden geri dönüyor, evinin telefonları açılmıyordu. Yorgun, bitkin ve hasta haliyle görünmek istemiyordu kimselere. Sahnedeki, ekrandaki, gazete ve dergi sayfalarını dolduran fotoğraflarındaki ihtişamlı, ışıltılı, pullu, payetli, fönlü, makyajlı haliyle hatırlansın istiyordu. Yıllardır canla başla, iğne oyası işler gibi yarattığı illüzyon bozulsun istemiyordu. Belki ölümünün ardından çok kez yazılıp çizildiği gibi, son nefesini adeta bile isteye, kameraların karşısında, spot ışıklarının altında vermesi de bu yüzdendi.
Zeki Müren’i 24 Eylül 1996 günü kaybettik. Ölümünün üzerinden geçen on dokuz yıla rağmen, sadece sesi ve şarkılarıyla değil, yaptıkları, ettikleri, giydikleri, taktıklarıyla, içinde yaşadığımız toplumun en derin tabularına “saygılı” kafa tutuşuyla da ikonik bir figür olarak hâlâ konuşuluyor. O günleri yaşayanlar kadar, Zeki Müren’in sahnelerde fırtınalar estirdiği, plaklarının peynir ekmek gibi satıldığı, televizyona çıktığında hayatın durma noktasına geldiği günlere yetişememiş bir nesil de var. Ve pek yakında onun kaleminden, kabinden dökülmüş şarkıları bir kez daha, bu defa başka başka seslerden dinleyeceğiz. Uzun süredir çalışmaları devam eden “Zeki Müren’e vefa” albümü tamamlanmak üzere çünkü.
SÜRPRİZ ŞARKICI HALİT ERGENÇ
Daha önce Kayahan ve Aysel Gürel için yapılmış saygı albümlerine prodüktör olarak imza atan Murat Yıldırım, bu defa bir başka proje için kolları sıvamışken, gördüğü bir haber üzerine fikrini değiştirmiş. Zeki Müren’in ölüm yıldönümünde mezarına müzik camiasından kimsenin gitmediği haberine içerleyen Yıldırım, Müren’in tüm mirasını bağışladığı vakıflarla iletişime geçerek vefa albümünün ilk adımlarını atmış. Albümde Zeki Müren’in besteci ve şarkı sözü yazarı olarak imza attığı şarkılar var. Bir şarkı hariç… Söz ve müziği Sait Ergenç’e ait olan ve Müren’in 1972 plağa okuduğu “Şeytana Uyduk Bir Kere”, albümde Sait Ergenç’in oğlu Halit Ergenç tarafından seslendiriliyor. Her ne kadar yakın geçmişte Sultan Süleyman rolüyle hafızalara yer etmiş olsa da, opera ve müzikal oyunculuğu eğitimi olan ve kariyeri boyunca çok sayıda müzikalde rol alan Halit Ergenç, albümdeki sürpriz şarkıcılardan biri.
'BEKLENEN VARİS' VİETNAM'DA
Alaturka müzikte Müren’den sonra kendi ekolünü yaratmayı başarmış sayılı şarkıcıdan biri olan Muazzez Abacı, “Bir Gönül Hikâyesi” ile albüme dâhil olmuş. Zeki Müren’in en çok bilinen dört şarkısı ise dört popüler şarkıcı tarafından seslendiriliyor albümde. “Şimdi Uzaklardasın” Funda Arar, “Beklenen Şarkı” Mustafa Ceceli, “Bir Demet Yasemen” Göksel ve “Manolyam” Sibel Can yorumlarıyla albümde yer alacak. Zeki Müren’in ilk sinema filmine de adını veren ve kariyerindeki dönüm noktası şarkılardan biri olan “Beklenen Şarkı”nın söz yazarı olan ve 2002 yılında kaybettiğimiz Sabih Gözen’in varislerine bir türlü ulaşılamamış albüm çalışmaları başladıktan sonra. Murat Yıldırım şarkı sözlerini kullanmak için izin almak üzere Gözen’in varislerini bulabilmenin yolunu gazetelere ilan vermekte bulmuş. İşe de yaramış bu yöntem. Ve nihayet “beklenen varis”, Sabih Gözen’in kızı, Vietnam’da ortaya çıkmış, şarkı da böylece albüme girmiş.
Zeki Müren ilk bestesini henüz lise öğrencisi iken, İstanbul’dan Bursa’ya yarıyıl tatili için geldiğinde babasıyla birlikte gittiği kaplıcada yapar. Bursa’daki müzik hocası şarkıyı çok beğenir, notaya alır ve İstanbul Radyosunun müdürü olan arkadaşına gönderir. Henüz 18 yaşındaki Zeki, o günden sonra her radyo başına geçtiğinde kendi şarkısını duyabilmenin ümidiyle geçirir günlerini. Ve bir gün o hayali gerçeğe dönüşür. Sesine hayran olduğu Suzan Güven tarafından seslendirilir üstelik şarkısı. Güven, bestesinden çok etkilendiği bu genç bestekârı görmek üzere okuluna gider, onu ziyaret eder ve Müren’in İstanbul Radyosu’na girmesini ve sesini radyo vasıtasıyla geniş bir dinleyici kitlesine duyurmasını sağlayacak süreç böyle başlar. İşte her şeyin başlamasına sebep olan o ilk beste, “Zehretme Hayatı Bana Cananım”, albümde alaturka müziğin genç temsilcilerinden Yaprak Sayar tarafından seslendiriliyor.
İLK ÖPÜCÜKLÜ ŞARKI
Müren’in yine erken dönem şarkıları arasında yer alan ve çok fazla bilinmeyen iki şarkısı daha var albümde. Her iki şarkı da ‘50’li yıllarda ilk olarak taş plak formatında yayınlanmış. Birisi, bir filmine de adını veren “Berduş”, Kıraç tarafından yeniden seslendirilmiş. Diğer şarkı “Öpücük”ü ise bu satırlar kaleme alındığında henüz kimin seslendireceği belli değildi. Yalnız şunu söylemeliyim ki, memleketin ilk öpücüklü şarkısı, Tarkan’dan çok önce Zeki Müren tarafından seslendirilmiş ve bu şarkı gün ışığına çıkınca bunu bilmeyenler de öğrenecek.
Zeki Müren’e vefa albümünün sürprizlerinden biri de Boğaziçi Caz Korosu olacak. Masis Aram Gözbek şefliğinde uzunca bir süredir hem yurt içi hem de yurt dışında bir hayli ses getiren koro, Gezi direnişi günlerinde yaptıkları “Çapulcu musun Vay Vay” uyarlamasıyla da çok konuşulmuştu. Boğaziçi Caz Korosu, Müren’in bir nevi iç döküşü gibi de dinlenebilecek “Ben Zeki Müren” adlı o çok meşhur şarkısını farklı bir yorumla, ‘a capella’ olarak seslendirmeye hazırlanıyor.
Zeki Müren’in hem sahnede hem de plaklarında, alaturka eserlerin yanında, zaman zaman türkü, arabesk ve pop gibi farklı türlerde şarkılar söylediği biliniyor. 1972 yılında, Türkiye’de aranjman furyasının alıp başını gittiği günlerde, dünya çapında bit ‘hit’ olan “Ne Mes Quitte Pas”yı kendi yazdığı Türkçe sözlerle, “Beni Terk Etme” adlıyla seslendirmişti Müren. Bu şarkı bu albümde Türkçe-Fransızca bir düetle karşımıza çıkacak. Fransızca kısmını Enrico Masias’ın söylemesi kesinleşmiş ki malum olduğu üzere Türkçe’ye adapte edilmiş çok sayıda şarkısıyla Enrico Masias, bir dönemin Türk popuna kendisi bile farkında olmadan damga vurmuş bir isim. Bu şarkıda Masias’la düet yapacak Türk şarkıcının ismi ise bu yazı yazıldığında henüz belli değildi.
ÖZENER - YARKIN DÜETİ
Albümdeki bir başka düet ise Belkıs Özener ve Ferda Anıl Yarkın tarafından yapılıyor. Hak ettiği vefayı henüz hayattayken görebilmiş ender isimlerden biri olan Belkıs Özener bir dönem Zeki Müren’e vokal yapmış. Ferda Anıl Yarkın henüz küçük bir çocukken, sahnede kemanıyla eşlik etmiş Müren’e. Belkıs Özener ve Ferda Anıl Yarkın, bu albüm için “Tekrar Bana Dönsen” adlı Zeki Müren şarkısını seslendirmek üzere birlikte girmişler stüdyoya.
Albümde yer alması kesinleşen şarkılar ve şarkıcılar bunlar olmakla birlikte, böylesi projelerde alışık olduğumuz üzere, son dakika sürprizleri her zaman olasıdır. Mesela günümüz gençliğinin çok sevdiği bir erkek pop şarkıcısının daha (bu defa Tarkan değil, hayır) albüme gireceğini öğrendim ama sürprizi bozmamak için onu yazmıyorum.
Büyük yıldızlar, ışığı çok parlak yıldızlar hep yalnız mıdır? Müren’in hayat hikâyesi üzerine çalışırken bu sorunun cevabını çok düşünmüştüm. Bahsi geçen belgeselde söylediklerini duymamış olsam bile onun yalnızlığının ipuçlarını bütün bir hikâyenin içinde fark etmemek mümkün değildi. Çünkü bir isim, bir marka, bir illüzyon yaratmaya soyunduysanız, bunun yolu en çok kendinizi korumaktan geçiyor. Kendinizi korudukça da içinize kapanıyor, dışarıdan gelecek tehditlere karşı kılıçlarınızı kalkanlarınızı hep hazır ediyorsunuz. Bedeli çok ağır bir yaşam biçimi bu... Zeki Müren böyle bir hayat yaşadı. Bedelini de ağır ödedi. Işıkların altında, kameraların karşısında noktalanmış bir hayatın, mikrofonlarla kayda alınmış şarkıları, objektiflerle tespit edilmiş fotoğrafları kaldı geriye. Yani Zeki Müren’in sadece bize gösterdiği kadarı. “Vefa uzaklarda kalan bir his,” demişti sözlerini kendi yazdığı “Kandil” şarkısında. Bir albüm vesilesi ile bile olsa, vefayı yakınlarda hissetmek, en çok da içinden geçtiğimiz bugünlerde şüphe yok ki iyi gelecek hepimize.
EKİM 2015
Yılbaşı öncesi çok koşturmacalı ve yoğun geçince, üzerine bir de gripten yatakalınca, Milliyet Sanat internet sitesine yılın son yazısını yazamadım. Konu belliydi aslında. Her sene yaptığım gibi yine yılın en popüler şarkılarını yazacaktım. Bugün oturdum onu yazdım. Bu defa yılın ilk yazısı olacak, ne yapalım.
Geçen yıl da bu liste için 40 şarkı seçmiştim ama bu sene 40’ı tamamlamak biraz zor oldu. “Müzik her geçen gün daha kötüye gidiyor, vah vah tüh tüh”cülerden değilim ama sahiden de bu sene az sayıda “hit” çıkmış. Şöyle bir geriden bakınca daha net görünüyor bu. Aslında yılın genel olarak nasıl geçtiğine bakınca sebebini anlamak mümkün. İki seçim, bir sürü kötü olay, kayıplar, ölümler, kargaşa… 2015 hem ülke tarihi açısından hiç de iyi hatırlanmayacak. Bunun popüler müziğe de sirayet etmesi kadar doğal bir şey olamaz.
Bugün sosyal medyada bol bol Barış Manço paylaşıldı. Doğum günüydü çünkü. Nasıl ahbaptan, dosttan, aileden saydıysak onu, üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen özleniyor hâlâ. Birkaç kez gitmiştim Moda’da şimdi müze olarak kullanılan evine. Hani şu adresini ezbere bildiğimiz ev. Müze olmak için çok eksik. Az sayıda eşya kalmış, o meşhur kostümlerinin, takılarının çoğu yok. Kim bilir ne oldu onlara? Plakları filan da yok denecek kadar az. Yine de bir tanıdıklık duygusuyla seviyorsunuz daha kapısından girmeden. Sanki orada yaşamışsınız hissine kapılıyorsunuz hatta gezerken. Her defasında çok etkilendim. Bugün tekrar bir gidesim geldi.
Tepe Nautilus alışveriş merkezindeki müzik pazarı bugün açıldı. Plak, kaset, CD, müzik sistemleri filan varmış. Tam benlik yani. 2-3 sene var ki sahaf festivallerine de gitmez oldum. O kadar uçuk fiyatlar konuşuyor ve satıcılar o kadar şuursuz ki, artık bu işin tadı iyiden iyiye kaçtı. Birkaç yıl önce 20-30 liraya satılan ve arşivci olarak değerli görüp almadığımız plaklar bile anormal rakamlara satılır oldu. Yine de bu festivali bir görmek istiyorum. Bu hafta bir fırsatını bulup gitmek lazım.
Yıllar sonra ilk kez karlı bir yılbaşı gecesi geçirdi İstanbul. Burnumuzdan da getirdi haliyle. Trafik sarpa sardı, taksiler adam seçti, yayanın payına kara çamura bata çıka yürümeler düştü. Rezidanslar, gökdelenlerle dünya şehri olmuyor bir şehir. Konargöçer kavimlerden, obalardan, çadırlardan gelmiş bir toplumun bireylerinin şehir planlamacılığı denen şeyi iplememesinin, şehri yönetecekleri planları için değil, mensup oldukları partilerin taraftarlığı ile seçmelerinin doğal sonuçlarını İstanbul’da dibine kadar yaşıyor ve faturayı yine şehre kesiyoruz. Sokakta çevirip sorsan, on kişiden sekizi kaçıp gitmek istiyor şehirden. Sanki gidilecek yer bundan daha iyi olabilirmiş gibi. Yeni bir ülke bulamayız, başka bir şehir de bulamayız; Kavafis İstanbul’dan ilham alarak yazmış bunu. “Bu şehir arkandan gelecektir,” de demiş. Bu kadar açık ve net.
Neyse… Taksilerle ve karlı buzlu Tepebaşı merdivenleriyle cebelleşerek de olsa eve vardığımızda sabah olmak üzereydi. En azından başımızı sokacak bir evimiz vardı. Sokakta yaşayan her canın işi zordu o ayazda. İnsan olsun, hayvan olsun… O yüzden apartmanın kapısına paspası sıkıştırıp kapanmasını engelleyen bir komşuya (her kim ise artık) sahip olduğumuz için mutlu oldum gece gece. İçeri üç kedi sığınmıştı. Queen ise sıcacık evinde, yediği önünde yemediği arkasında girmişti yeni yıla. Bazıları şanslı doğuyordu işte böyle. Tıpkı insanlar gibi. Eski bir hayat bilgisini yeni yılın ilk saatlerinde böyle tazeledim.
Televizyon kanallarında pek bir şey yoktu. Biz gençken yılbaşı geceleri televizyon başında en çok bu saatleri beklerdik oysa. Yabancı müzik bu saatlerde yayınlanırdı çünkü. Ne her yılbaşı televizyona çıkışı olay olan dansöz, ne Zeki Müren, ne de yılbaşından yılbaşına ekranda görünebilen Orhan Gencebay… Varsa yoksa CC Catch, Europe, Modern Talking bilmem ne… Gecenin bir yarısı olacak da bir saat, bir buçuk saat onları izleyeceğiz televizyonda.
Hakan Hepcan’ın NTV’deki yılbaşına özel şovunu tekrar gösteriyorlardı. Biraz ona baktım. Sefa Doğanay’ın Yıldız Tilbe ve Nur Yerlitaş taklitleri sinir bozucuydu. Söz konusu isimlerin taklitlerini Fehmi Dalsaldı’dan izlemeyi bin kere tercih ederim. Sadece sesi ile değil, jet ve mimikleriyle, tüm bedeniyle büründüğü kişiyi yaşayarak taklit edebilen bir adam Fehmi çünkü.
Hakan Hepcan’ın konuklarından biri de Simge’ydi. “Miş Miş”i canlı söyledi. İyi de söyledi. Trafiği çok karışık, canlı söylemesi zor bir şarkı ama hiç falso vermedi. Sinan Akçıl ise “1001 Gece” adlı şarkısını ilk kez seslendirdi ama tabii “playback” yaparak. Yine bir Justin Bieber kostümü ve saç modeliyle hedef kitlesini memnun etti muhtemelen. Zaten Twitter da bu yeni şarkının mükemmelliğinden, olağanüstülüğünden, bombalığından dem vuran “RT”lerden geçilmiyordu o vakitte hâlâ. Ne diyeyim, alan memnun satan memnun. Şarkı güzel yalnız. Yani en azından ilk dinleyişte öyle geldi kulağıma.
Başka bir kanalda Suzan Kardeş’in programının tekrarı vardı. Ona da Özge Fışkın konuktu. Suzan Kardeş’in benim diyen “talk-show”cudan daha iyi soru sorduğunu, konuğunu konuşturduğunu gördüm. Bir kez daha sevdim bu nevi şahsına münhasır kadını.
Sessiz ve sakin bir 1 Ocak öğleden sonrasına uyandık doğal olarak. Hem yılbaşı gecesi ertesi, okullar, iş yerleri tatil, hem de sokaklar kar beyaz. İnsanlar evlerine kapanmış, hava hiç olmadığı kadar temiz… Markete gittim geldim. Ot, Kafa, Bavul, Yumuşak G, Blue Jean ve Milliyet Sanat’ın yeni sayılarını aldım.
Blue Jean bu sayısıyla beraber format değiştirmiş. Neredeyse 30 yıldır “rock”çısından, “teenage-pop”çusuna yabancı müzik sevenleri pek memnun eden dergi artık bir müzik dergisi değil. Evet, format değişikliği mutlaka gerekliydi zira ‘80’lerde hadi bilemediniz ‘90’larda kalmış poster ve çıkartma geleneğini ısrarla sürdürmesinin bir anlamı yoktu. Ancak piyasada bu kadar kültür-sanat-politika yazıları dolu dergi var iken, onlarla aynı görsel formu benimsemek neyse de benzer içeriğe sahip olmak anlaşılır gibi değil. Müzik ekseninden ayrılmamalıydı bence.
Soner Arıca’nın yeni şarkısı “Saklı” da yeni yılın ilklerinden oldu. Şarkı da, klip de uzun zamandır görmeye, duymaya alıştığımızdan farklı bir Soner Arıca çıkarıyor karşımıza. İlk izlenimim bu oldu.
Müzik dünyasından bir de ölüm haberi düştü internete bugün. Natalie Cole sonsuzluğa göç etmiş. Çok yakından takip ettiğim bir şarkıcı değildi ama babası Nat King Cole’u bir dönem dinlemelere doyamazdım. Bu yüzden de Natalie Cole’un babasının şarkılarını söylediğini “Unforgettable… With Love” albümünü uzun süre “walkman”imden düşürmemiştim. 65 yaşında hayata veda etmiş. Ben daha genç sanıyordum.
Müzik dünyasından bir de ölüm haberi düştü internete bugün. Natalie Cole sonsuzluğa göç etmiş. Çok yakından takip ettiğim bir şarkıcı değildi ama babası Nat King Cole’u bir dönem dinlemelere doyamazdım. Bu yüzden de Natalie Cole’un babasının şarkılarını söylediğini “Unforgettable… With Love” albümünü uzun süre “walkman”imden düşürmemiştim. 65 yaşında hayata veda etmiş. Ben daha genç sanıyordum.
Hakkımda
Yavuz Hakan Tok
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.
Bu Hafta Çok Okunanlar
-
MABEL MATİZ - "FATİH" “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
-
“Vayomini dö pua, yunaytıd kindım tu points… Lalmeyn di pua, görmıni ten points…” Ecnebi ülkeler birbirine böyle böyle puan dağıtırken bi...
-
Seninle Üç Dakika 1975 - 4. Bölüm Külkedisi Masalı 15 Ocak 1958’de İstanbul’da doğan Semiha Yankı’nın 17 yıllık kısacık yaşa...
-
(Milliyet Sanat dergisi Şubat 2023 sayısında ve 5 Şubat 2023 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır.) 1997 yılında bir vesileyle Pre...
-
(1984'ten Bugüne) Sezen Aksu'nun yeni albümünün piyasaya çıktığı bugünlerde, Türk popunun efsane albümlerinden "Sen Ağlama&q...
Arşivden
-
Yabancı Gelin Sonia, Türkiye'de nasıl ünlü bir sinema oyuncusu ve şarkıcı oldu?.. Yetmişlerde ona kim, neden açık çek verdi? Dillere...
-
ENBE ORKESTRASI - "SENDEN KIYMETLİ Mİ?" Bütün tartışmalara, eleştirilere rağmen popüler müzik piyasasında ENBE damgası vurulmuş ...
-
"Hani Peter Pan masalı gibi bir hayal dünyası vardır ya; orada kötülük yoktur, orada ihanet yoktur, orada acı çekilmez. Bizim şarkılar...
-
MABEL MATİZ - "FATİH" “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
-
MUSTAFA BOZKURT – “YOL” Esinlenme, etkilenme, ilham alma, sanatın her dalında bir çıkış noktası olabilir. Önünde bir örneği, daha önce yap...