"Biraz Fingirdemek İstedim"
ONURR: “Çak Bir Selam”
çıktı, “Nerdesin Aşkım?” çıktı, ardından içinde benim de var olduğum “Güm Güm”
çıktı. Üç ay sonrasında ben hâlâ kiramı ödeyemiyordum. Ama insanlar YouTube’da
videoların altına yazmışlar “Para için popçu oldu,” diye. Hiç alakası yok. Yalnızca
biraz fingirdemek istedim. Yirmili yaşlarımda çok derin mevzularla uğraştım. O
benim için çok ağır ve büyük bir şeydi. Şu an otuzlu yaşlarımdayım ve
fingirdemek istiyorum. Mevzuu tamamıyla bu. Yoksa yine aynı insanım, yine aynı
kaygılarım, dertlerim var ama bunları bağırarak insanların üzerine çamur gibi
atmak istemiyorum, birazcık fingirdemek istiyorum, derdim tam olarak bu açıkçası.
Bir dönem “rock” müzik yapmış hem de Sakin gibi zaman
içerisinde bir fenomene, bir efsaneye dönüşmüş bir “rock” grubunun şarkılarını
yazıp solistliğini yapmış bir müzisyen günün birinde karşımıza “popçu” olarak
çıkarsa ne olur? Kıyamet mi kopar? Kopmadı belki ama Onurr bu konuda az tokat
yemedi.
ONURR: Aslında
Sakin’in de Türk pop müziğine, özellikle Sezen Aksu’ya çok göz kırpan bir tarzı
vardı. “Biz aslında Radiohead ve Sezen Aksu’nun bir hibritiyiz,” diye
tanımlıyordum ben. Hiçbir zaman uzak değildim pop müziğe zaten. Bir de insan
nasıl farklı müzikler dinlerken kendini yadırgamazsa müzik yapmakla ilgili de
aynı kafadayım ben. Solist olarak ortaya çıktığımda insanların tepkisi o kadar
sert geldi ki bana “Ben nerede hata yapıyorum?” diye düşünmeye başladım. Çok
şaşırdım. Evet, beş sene önce başka şarkılar yapıyordum ve şu an buradayım.
Benim için çok organik ilerleyen şey insanların karşısına bir anda çıkınca çok
sert geldi. İlk zamanlar gerçekten çok üzülüyordum. Çünkü ben çok masumane ve
iyi hislerle yapıyordum işimi.
Onurr’la ilk albümünü dinlemek ve sohbet etmek üzere Sony
Müzik Türkiye ofisinde bir araya geldik geçtiğimiz günlerde. Hem yeni
şarkılarının heyecanına ortak etti beni hem de sorularıma samimi cevaplar verdi,
kendini, derdini, geçmişini ve hakkında bilinmeyenleri anlattı.
2015’den bu yana üç tekli yayımlayan ve bir Ayşe Hatun Önal teklisinde
de “featuring” olarak boy gösteren Onur Özdemir aynı zamanda Alper Narman’la
birlikte yazdığı şarkılarla Türk pop müzik piyasasının son dönem gözde şarkı
yazarlarından biri. Sony Müzik etiketiyle piyasaya çıkan ilk Onurr albümü “Bir
Kahramanlık Hikâyesi” adını taşıyor.
ONURR: Albümdeki bütün
aranjeleri Batu Çaldıran yaptı. Selim Hoca’nın, Selim Çaldıran’ın oğlu Batu.
Geçen kasım ayından beri çalışıyoruz. Yaklaşık sekiz ay sürdü çalışmalar ve
sekiz şarkı var; her ay bir şarkı gibi oldu. Şarkıların tamamı Alper Narman ve
benim, iki şarkıda da Sezen Aksu’nun katkıları var. Biraz ilginç bir albüm.
Tempolu şarkıları dans şarkısı olarak hayal ettik, yavaş şarkılarda ise ilginç
şeyler denedik.
YAVUZ HAKAN TOK: Bu
albüme kadar nasıl geldi Onurr?
ONURR: Üç yıl
öncesinde ben Alper’le şarkı yazarı olarak devam etmeyi düşünürken biraz
gazlama ve iteklemeyle ilk “single”ım çıktı. Klibim kötüydü ama klibin çöpe
atılabilir bir şey olduğunu bilmediğim için sesimi çıkarmadım ve o klip bir
şekilde yayınlandı. Sonraki iki şarkımda da biraz bocalama vardı. Tam olarak
vizyonumu görmüyordum. Bu albüme başladığımda artık hem kendi “sound”um hem de
şarkıcı olarak neleri oturtacağım konusunda daha bir vizyonlu idim. O yüzden
klip de, albümün kapak tasarımı da, hepsi bir tık daha vizyonlu oldu.
YHT: Şu anki Türk pop
müziği içerisinde kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?
ONURR: Kesinlikle bir
pop şarkıcısı olarak görüyorum ama kulağım birazcık yurt dışında, bir taraftan
da geleneğin içerisinde. Müzeyyen Senar da Özdemir Erdoğan da var ama Rihanna,
Kendrick Lamar, Diplo filan da var. Yurt dışında son iki yıldır çok güzel
şeyler oluyor. DJ’ler bayağı star haline geldiler ve her yılın” sound” modasını
belirliyorlar. Birazcık onlarla filan harmanladığımız ilginç bir profil
oluşturduğumu sanıyorum.
YHT: İki şarkıda Sezen
Aksu katkısı var dediniz az önce. O nasıl oldu?
ONURR: Sezen Aksu’yla
Emel Müftüoğlu vasıtasıyla bu albümde yer alan “Hu” şarkısını dinletmek için
tanıştık. Sezen Hanım birlikte çalışmaya, ortak bir şeyler yapmaya çok açık
olduğu için sonrasında da birçok kez bir araya geldik. Yaklaşık 3-4 yıldır
belli aralıklarla görüşüyoruz. Gitar varsa ortamda ben yaptığımız şeyleri Sezen
Hanım’a çalmayı seviyorum. Sezen Hanım zaten işkolik; çok sever öyle şeyleri.
YHT: Sizin şarkılara
da parmaklarını değdiriyor zaman zaman anladığım kadarıyla?
ONURR: Aynen,
kesinlikle. “Burada bu olmamış bunu değiştirelim mi,” diyor mesela. “Siz bu
kadar avam değilsiniz, burasını çizelim,” diyor. Prozodik hatalarda sözleri
nasıl yedireceğimizi gösteriyor. Bazen bayağı baştan aşağı giriyor şarkıya.
Hatta bazen Alper’le çok emin olduğumuz bir şarkı olduğunda “Acaba Sezen
hanım’a dinletmesek mi?” diyoruz, değiştirecek diye korkuyoruz. Sezen Hanım
kendi şarkılarında da son dakikaya kadar bir şeyleri değiştirir. Tartıma uymaz
sözler, o onu söylerken denk getirir bir şekilde ama ben denk getiremiyorum
mesela hece fazlalıklarını.
YHT: Bu aslında yazan
çizen insan için biraz sıkıntılı bir iş ki biliyorum şarkıyı söyleyecek olanlar
genellikle sözde, melodide illa ki bir değişiklik yapmak isterler. O konuda
esnek misiniz?
ONURR: Kolay kolay onu
yapmıyoruz. Ancak çok önemli olmadığını düşündüğümüz belli kelimelerde
olmuştur. Ama çok keskin noktalarda “Bu kelimeyi çıkarmak şarkıya resmen
tecavüz etmek olur, kusura bakma,” diyoruz. Zaten bir şarkıyı birine sunduğumuz
zaman ben şöyle bir ruh haline bürünüyorum: Kendimi İskenderiye’de bir kumaş
tüccarıymışım da (tarihe düşkünüm ya biraz) zengin bir hanımefendinin önüne
kumaşları sunmuşum gibi hayal ediyorum. Altı şarkı mı çalıyoruz, benim derdim o
altı şarkıyı da şahane bir şekilde sunup çıkmak oluyor. Ama bazen şöyle bir şey
de oluyor: Diyelim ağdalı bir şarkıya konsantre olmuşuz çalıyoruz, karşımızdaki
“Bir saniye, güneş gözlerimi alıyor, şu tarafa geçebilir miyim?” deyip bizi
“Offffff!” durumuna getirebiliyor. Ama olsun yine de insanlara şarkı beğendirmeye
çalıştığımız o anları ben seviyorum ve performans anları gibi düşünüyorum.
YHT: Müzik yolculuğu
nasıl başladı?
ONURR: Herkes gibi ben
de çocukken müzikle ilgileniyordum. Ortaokuldayken biraz gitar çalmaya
başlamıştım. Bu arada benim eğitim serüvenim de ilginç. Ortaokulu Anadolu İmam
Hatip Lisesinde okudum. Nirvana’yı ilk kez orada duydum. Bir arkadaşımın gitarı
vardı ve ben ufak ufak Nirvana şarkıları çalmaya başlamıştım. Sonra Fen
Lisesine geçtim. Biraz “inek” biriydim, severdim bir şeyler okumayı etmeyi. Fen
Lisesindeyken biraz “rock” müzik, “heavy metal”e filan merak sardım. Sonra
Boğaziçi Üniversitesi Felsefe bölümünü kazandım.
YHT: Şarkı da yazıyor
muydunuz o zamanlar?
ONURR: Küçük küçük
“rock” denemelerim vardı. Şebnem Ferah şarkıları gibi şarkılar yazıyordum. Üniversitede
Sakin’i kurduk ama o zamanlar şarkıların felsefesi filan o kadar önemli ki,
gerisi ikinci planda. Daha doğru düzgün gitar çalmayı bile bilmiyoruz. O zaman
çok fazla canlı müzik yapılacak mekân da yok İstanbul’da. Line diye bir yer
var, Bronx var. Bronx’ta Gripin var mesela “cover” yapıyorlar ama biz çok
havalıyız, asla “cover” yapmıyoruz. Kendimizi Placebo, David Bowie, mor ve
ötesi ayarında gördüğüm için senede bir kere Boğaziçi Üniversitesi’nin Taş Oda
Festivali var, sadece orada sahneye çıkıyoruz. Biz bir de “avantgarde”
takıldığımız için güzel saat veriyorlar böyle akşam yedi-sekiz filan. Biz bir
çıkıyoruz herkes bakıyor bunlar kim diye. Hiç bilinmeyen şarkılar ve Türkçe.
Bahsettiğim yıllar 2002-2003 filan.
YHT: Sonra mekânlarda
sahneye çıkmaya başladınız ama, değil mi?
ONURR: Sonrasında
Beyoğlu’nda ilk Peyote kapandıktan sonra ikincisi açıldı. O ikincisinin ana
gruplarından biri biz olduk. Giderek mekân dolmaya başladı ve biz dikkat çektik.
O sayede de mor ve ötesi’nin plak şirketinden albümü çıkardık. İki yıl kadar
devam etti sonrasında konserler filan, güzel bir süreç geçirdik. Ama grup
içerisinde çok kavga etmeye başlamıştık. Biz çok iyi arkadaşlardık ve başından
beri grupta hiç değişiklik olmamıştı. O zamanki röportajlarda “Önemli olan bu
dört kişi,” diyordum. “Müziği bıraksak, bale yapsak yine olur, hiç sıkıntı
değil.” Temel derdimizin müzik değil, o dört kişinin arkadaşlığı olduğunu
düşündüğümüz için o kavgalar, tartışmalardan sonra grubu dağıtma kararı aldık.
YHT: Sebep neydi bu tartışmalara;
müzikal anlayış mı yoksa kişisel meseleler mi?
ONURR: Birinin
gidilecek bir yere sürekli geç gelmesi, birinin sahnede sürekli hata yapması
filan bir yerden sonra artık “Eehhh,” durumuna getirdi hepimizi. Ve artık
otuzlu yaşlara gelmiştik. O yüzden grubu dağıttık.
YHT: Ve siz Alper Narman’la
tanıştınız.
ONURR: Ben birkaç yıl
akademik kariyer için yurt dışında kaldım. Döndüğümde evet, bir şekilde
Alper’le tanıştım. O da Berlin’den yeni dönmüştü o dönem. Fettah’tan
ayrıldığından beri, üç dört yıldır kendi kendine bir şeyler yazıyordu. “Gel
beraber yazalım,” dedi. Beraber çalışmaya başladık ve İzel’in “Aşk En Büyüktür
Her Zaman” albümünün tamamını yaptık. Benim için bir işaretti o bence. Onun
sonrasında Alper’le beraber devam ettik.
YHT: İki kişi ortak
üretim yapmak zor bir şey değil mi?
ONURR: O birazcık
egoyu kırmakla alakalı bir şey. Aslında tekil şarkı yazanlara göre bir avantajı
da var. Her insanın düzenli olarak kullandığı bir sözlüğü var çünkü. Bu
yazdığın melodiler için de geçerli. O yüzden bir çıkmaza girebiliyorsun bazen.
Bir şarkı yazarı sürekli birbirine benzer sözler, melodiler, tartımlar,
yürüyüşlerle şarkı yazabiliyor. Böyle bir handikap var. Alper’le biz birlikte
yazarken sürekli bunun eleştirisini yapıp kendimizi yenilemeye çalışıyoruz. Hep
farklı melodi bulmaya çalışıyoruz. Sezen
Aksu bu konuda gerçekten büyük bir külliyat. Onun bir anda böyle tak diye
ettiği bir laf karşısında ağzınız açık kalıyor. Bizim çok zorlandığımız bir
şeyi o kadar basit bir çözümle halledebiliyor ki, eğer birazcık akıllıysan,
antenlerin açıksa, onunla çalışırken kendini yenilemeye, aklına ilk geleni
kullanmamaya dair bir alışkanlık ediniyorsun zaten.
YHT: Yazdığınız bütün
şarkılarda Alper Narman – Onur Özdemir ortak imzası var. İnsan ister istemez bu
şarkının ne kadarı Alper’in, ne kadarı Onur’un merak ediyor.
ONURR: Bazen tamamıyla
benim ya da Alper’in yazdığı bir şarkının altına da ortaklığımızdan dolayı
ortak imza atıyoruz. Mesela ben yokum burada, Alper o sırada bir şarkı yazmış
ve birine vermiş, bakıyorsun altında ikimizin ismi var.
YHT: Bu telif
paylaşımı ile ilgili bir taktik mi?
ONURR: Hayır hayır. Bu
tamamen arkadaşlığımızla ilgili. Bu yola beraber baş koyduk ve Allah
göstermesin, o “boşanma”yı yaşayacağımız ana kadar yaptığımız her işin altına
ikimizin ismini birlikte yazacağız. Hayatta egolarından tamamen sıyrılıp
güvenebildiğin arkadaşlarının olması çok güzel bir şey. Belki bunu daha ticari
bir işte yapamazsın ama bizimki gibi bir işte birine sırtını yaslayabilmek
önemli. Bazen bizi birbirimize düşürmek isteyen solistler olabiliyor. Alper’le
bir şey konuşuyor, bana tam tersini söylüyor. Ama biz hiçbir zaman birbirimizi
satacak cümleler sarf etmiyoruz. Altı senedir böyle bu.
YHT: Yer yer ben de olumsuz
eleştirmişimdir yazdığınız şarkıları. Eleştirilere kızar mısınız?
ONURR: Yok hayır,
asla. Ama tutup 16 yaşının düstursuzluğuyla internete bir şeyler yazanlara
kızıyorum bazen. Gerçekten bir “vurun kahpeye” kültürü var, onu fark ediyorum
gün geçtikçe. Bazen insanlar daha şarkıyı dinlemeden videonun altındaki
yorumlara bakıyor, “Bir tane de ben çakayım,” diyor. Alt alta yazıyorlar. Şarkı
kötüymüş gibi bir algı yaratılıyor. Bakıyorum ve bu avamlık ve cesaret
karşısında bir yerden sonra takmamam gerektiğini düşünmeye başlıyorum. İnsanlar
onları yazarken yazdıkları şeyin nereye gideceğini hiç düşünmüyorlar. Sokakta
ettiği bir küfürmüş gibi, öyle basit bir şeymiş gibi onu oraya bırakıveriyor.
Eğer ki bunu takarsan çok fena. Ama eleştiriye tabii ki açığım.
YHT: Yazdığınız
şarkılardan birini kim söylerse çok mutlu olursunuz?
ONURR: Sezen Aksu hayalimdi ve oldu. Ondan sonra artık kim
olur?.. Tarkan’la güzel bir şarkıda yolumuz kesişsin isterim. Onun dışında şükürler
olsun ki zaten birçok insan şarkılarımızı aldı, okudu.
YHT: Dört duvar
arasında yazdığınız şarkıların ulaştığı yerleri, insanları gördüğünüz zaman
heyecan duyar mısınız?
ONURR: Aslında bir
ölçüde köreldi o artık. Çok gece dışarı çıkan birisi değilim. O yüzden
yazdığımız büyük “hit”leri öyle ortamlarda duymuşluğum gerçekten yok.
“Yıkılıyor ortamlar” filan olmuyor yani. Ama arabayla yanından geçerken
duyuyorsun mesela. Tabii benim için onun en güzel ânı sezen Aksu’nun” Günaydın
Memur Bey”i okumasıydı. Günlerce ağladım. Albüm gece 12’de iTunes’a yüklendi.
Dinliyorum, ağlıyorum, tam o sırada Sezen Hanım arıyor, onunla konuşurken de
ağlıyorum telefonda. Bunun üzerine bir daha kolay kolay bir şey çıkamaz
herhalde.
YHT: “Günaydın Memur
Bey”in Sezen Aksu’nun albüme girmesi nasıl oldu?
ONURR: Bizim Sezen
Aksu’nun stüdyosunda takıldığımız dönemlerde Sezen Hanım’ın vokal koçluğunu
yapan Onur Selçuk vardı. O şarkıyı o keşfetmiş ve stüdyodaki insanlara
dinletmiş. Sonrasında Sezen Hanım’a dinletmişler ve o da çok beğenmiş, okumaya
karar vermiş. Hatta bir “demo” yaptık denemek için ve şarkıyı ben Sezen
Hanım’ın tonundan okudum. Sonra bir şekilde vazgeçildi ve ben de unuttum gitti.
Derken geçtiğimiz yıl Aralık ayının başlarında ben İzmir’deydim. Sezen Hanım
aradı, “Okuyacağım ben bu şarkıyı,” dedi. Ben ağlamaya başladım heyecandan. Ertesi
gün İzmir’den döndüm, stüdyoya gittim. O akşam da Sezen Hanım’ın vokal kaydı
vardı. Rüya gibiydi. Kendi kendime dedim ki “Onur en dibe vurduğun, en kötü
olduğun anlarda bu geceyi hatırlayacaksın. Hayattan daha büyük bir beklentin
yok artık.”
YHT: Alper Narman’la birlikte
“hit” şarkı yazmak konusunda önde gelen, aranılan ekiplerden birisiniz. Nedir
bu “hit” şarkı yazmanının formülü?
ONURR: Kendi
formatımızı da sürekli olarak değiştirmeye çalışıyoruz aslında. Bence senede
maksimim sekiz ya da on şarkı verebiliriz birilerine ve bunun maksimum iki ya
da üç tanesi büyük “hit” olur. Bunun daha fazlasını yapabilen varsa alkışlarım
ama biz her gün her gün şarkı yazalım diye yırtınmıyoruz. Bazen bir altı ay,
yolda yürürken çıkmış bir melodinin, bir cümlenin üzerinden çalışırız bir
şarkıyı, başka bir altı ay Alper’le kalemi kağıdı koyup önümüzse sıfırdan şarkı
yazmaya çalışırız. Bir kadın ya da erkek kahramanı düşünürüz; “protoganist”
yani edebiyat dilinde. Ve onun karşısındaki “antogonist”i. Ayrılmışlar mı, yeni
bir aşk mı yaşanacak, gider mi yapılacak?.. Ne tarz bir tavır, neler yaşanmış,
geleceği ne olacak, önce o karakteri bir çözümleyip sonra satır satır ondan bir
şey yapmaya çalışırız.
Şöyle formüllerimiz
var: Mesela bir erkek için tasarladığımız şarkıya hiçbir zaman “gider” yazmıyoruz.
Erkeğe “giderli” şarkı yakışmıyor. Alper’le ortak hislerimizden biri bu.
İkincisi dört satırlık bir A veya B yazıyorsak şarkıya ve onun iki satırında
şiir yazmışsak ya da bizim tabirimizle “şiir yapmış”sak, üçüncü satırında
birazcık daha modern ağızla bir şey yazmaya çalışırız. Dört satır boyunca böyle
modern modern, gider gider çok sert olur çünkü. Biraz şiir, biraz modern
laflar, öyle bir denge kurarız. Melodi cümleleri bağlamında da böyle
yöntemlerimiz var. Mesela sürekli birbirini tekrar eden dört satır yazmak
yerine onu iki satır yazıp, üçüncü de bir merdiven yapıp, dördüncü satırın
sonunda ilk satırın başına gelip karar notasına dönmek gibi. Böyle kendi
kendimize kanıksadığımız teknik formüllerimiz var. Ama bir “hit” nasıl yazılır
onu kimse bilemez. Bence işin güzelliği de orada zaten.
YHT: Tabii iş şarkı
yazmakla bitmiyor. Şarkı – şarkıcı eşleşmesi de çok önemli, değil mi?
ONURR: Genellikle yazdığımız
şarkıları solistlere böyle önüne kumaş açar gibi dinletiriz. Ama bazen hiç
beklemediğiniz bir şarkıyı beğenebilirler. Mesela Ebru Polat bir şarkımızı aldı,
biz hiç onu beğeneceğini düşünmemiştik.
“Şuh Kahkaha” diye bir şarkı ve biz onu aslında Ajda için yazmıştık. Tam bir
‘70’ler Ajda şarkısı. Ebru Polat bayıldı. Denedik, sesi de yetiyor. Ama
aranjesi doğru yapılmadığı için olmadı o şarkı, facia oldu. Şarkıyı üreten ve
son haline getiren ekiplerin birlikte çalışamadığı durumlarda maalesef şarkı
heba olabiliyor.
YHT: Sakin’i solisti
idiniz, yani şarkı söylüyordunuz zaten ama Onur Özdemir nasıl Onurr oldu?
ONURR: Ozan
Çolakoğlu’nun “01” albümünde sonra “02”yi çıkarma fikri vardı. Alper’in verdiği
bir şarkıyı koyacaktı o albüme Ozan Abi. Sonra Samsun Demir’le konuşmuşlar,
“Şarkı çok güzel, bunu bekletmeden bir ‘single” çıkaralım,” diye. Ozinga’nın
ilk sanatçısı olacaktım. “Ben o kadar göz önünde olmak istemiyorum,” filan
derken, bir taraftan Ozan Çolakoğlu gibi bir fırsatı düşününce kabul ettim.
Derken Ozinga’dan Gülşen ve Murat Boz düeti çıktı. Öyle olunca ben de bir
şekilde Sony’de buldum kendimi. Açıkçası o ilk “single”larda ben sudan çıkmış
balık gibiydim, ne yapacağımı ne edeceğimi pek bilmiyordum. “Sen iyi şarkı
yazıyorsun, iyi şarkı söylüyorsun, o zaman şarkıcı olsana,” gibi bir durum söz
konusuydu.
YHT: Bu albümden
sonra şarkıcı Onurr mu şarkı yazarı Onur Özdemir’i öne çıkacak?
ONURR: O aslında biraz
da piyasanın benim şarkıcılık profilime verdiği cevapla yürüyebilecek bir şey.
Gönül ister ki ikisini de birlikte götürebileyim. Ama şarkıcıkta ortaya
koyduğum işler yeterince cevabını bulmazsa ben yine şarkı yazarı olarak yoluma
devem edeceğim. Cevabını bulursa o zaman istediğim şey geleneğe her zaman bir
şapka çıkararak, insanlar bugüne dek neler yapmış, onların farkında olarak, onu
hazmederek, bir taraftan da burada ve yurt dışında bugüne dair dinleyip
sevdiğim ne varsa onları da yedirdiğim işler yapıp insanları şaşırtmak. İnsan
kendine ilginç demez, diyemez belki ama ben kendimce ilginç bulduğum şeyleri
yapıp insanlara sunmak istiyorum. Bu albümde de az buçuk öyle bir şeyin
derdindeydik zaten. İnsanların hep aynı formları duymaktan sıkıldıklarını
düşünüyorum. İlginç işlere şu an açıklar ve o aralıktan ben de bir yerlere
gitmek istiyorum.
YHT: Şarkı yazmak
evde oturup yapılabilecek ve bu anlamda konforlu bir iş. Ama şarkıcılık şarkı
söylemekten başka gereklilikler de içeriyor. İmaj, kılık, kıyafet, saç baş
gibi. Bunları ne kadar dert ediyorsunuz?
ONURR: Biraz. Çünkü
ben gündelik hayatımda da imajına çok kafa yoran biri değilim. O algım o kadar
gelişmemiş. Kimisi çok titizdir o konuda mesela ben daha “relax” biriyim. Ben
çok “inek”tim, çok ders çalıştım, çok okudum. O yüzden de bana dayatılan ölçüde
“Tamam öyle giyineyim, öyle yapayım,” diyorum ama birazcık farkında olup
birazcık da dışında kalıyorum. O konuda Edis beni çok itekliyor mesela “Şunu
yap, şöyle yap, çok önemli,” filan diye. Ama daha önce dediğim gibi öncekilere
göre bu albümde görsellik de dâhil olmak üzere total paket olarak çok daha
vizyon sahibiyim.
YHT: Onurr’u en çok “rock”çılar
yadırgadı değil mi?
ONURR: Evet, bir
şekilde bir “davayı sattın” yaklaşımı var. Ben anlamıyorum gerçekten. Eskinin
komünisti kapitalist olmuş gibi bir durum. Ama dediğim gibi ben şarkı
yazarlığından asla zengin filan olmadım. Bunu tekrar tekrar söylüyorum. Son
altı yıl içerisinde bayağı beş parasız kaldığım dönemler oldu yani. Sadece şu
an ben 35 yaşındayım ve 35 yaşında “rock” müzik yapmadığım için çok mutluyum.
“Rock” müzik bence yirmilerinde şahane bir şey ama şu an ben elektrik gitarla
car car car çalamam. Kafam şişti yani (gülüyor). Öyle bir noktadayım.
Şu an şarkı aranje
derken Batu’yla birlikte oturuyoruz, davulumu seçiyorum, kemancıları
çağırıyoruz. “Şampiyon Benim Bence” şarkısında bir Çin enstrümanı sesi
çıkarabilmek için kanun sesini “sample”ladık, bir şeyler yaptık mesela. Çok
daha özgür bir alandayım. Halbuki “rock” müzik yaparken hiçbirimiz iyi
müzisyenler değildik. “Rock” müzik benim için tamamen bir ergenlik hayaliydi.
Güzel gitar çalabildiğini düşünüyorsun, güzel şarkı yazabildiğini düşünüyorsun.
Ama aslında o olayın hiçbir safhasında profesyonellik ve ciddiye alınmış bir
müzisyenlik yok. Çok güzel bir ruhu var eyvallah. Ama şu an yaptığım şeyde
kemanları İstanbul Strings çalıyor, gitarı Caner Güneysu çalıyor, ne bileyim
herkes profesyonel. Şahane bir şey. O kadar mutluyum ki o yüzden.
YHT: Türkçe pop müzik
ne durumda şu an sizce?
ONURR: Sadece Türkçe
pop değil, genel olarak toplumsal hayatımız sorunlu. Asaletten, asil olan
şeylerden uzaklaşıyoruz gittikçe. Birisine laf geçirmek, asilce yapılmış bir
şeyi rezil etmeye çalışmak, ona çamur atmak o kadar gündelik, o kadar doğal
oldu ki bununla birlikte ilerleyen çok gündelik bir şey var o yüzden. Ama bir
taraftan çok asilce yapılmış işlerin hâlâ algı toplayabildiği bir yer de var.
Mesela “Ceylan” gibi bir şarkı bence bu yılın en güzel, en başarılı işiydi ve
böyle bir karşılık alabilmişse o zaman insanlar hâlâ asaletin farkındalar
demektir.
YHT: Siz popta geleceğin
starları olarak kimleri görüyorsunuz?
ONURR: Edis’i
görüyorum kesinlikle. Simge’yi görüyorum. Ozan Bayraşa ile birlikte çok güzel
bir “sound” tutturdular. Böyle şeylerin kimyası önemli. Derya Uluğ ve Asil Gök de
oradan yürüyecekler. Şu an ilk aklıma gelenler bunlar geleceğin starları
olarak. Zaten bunlar şu anda da popüler isimler. Bir de insanların çok da fark
etmediği bir şey var. Son iki-üç yıldır ilk şarkısıyla patlamış isimlerin
neredeyse tamamı kendi yazdıkları şarkılarla patladı; bir şarkı yazarından
satın alınmış şarkılarla değil. Bence bu çok güzel, çok umut verici bir şey.
Buraya kadar okuduklarınız kayıt cihazının tespit ettikleri
sadece. Yoksa bir kadar da cihazı açmadan önce ve kapattıktan sonra
konuşmuşluğumuz var. Her röportajda bunu yaşıyorum gerçi, hayatının merkezine
müziği koymuş iki insan bir araya gelince, daha önce hiç tanışmamış olsalar
bile o ortak heyecan ve duygu çenelerine vuruyor. Onurr müzik konuşmaktan asla
sıkılmayan, sıkılmayacağınız, “35 yaşındayım” dese de aslında çok daha genç bir
ruha, bakışa ve anlayışa sahip bir müzisyen. Nitekim bu ruh albüme de birebir
yansımış. Eh, röportajı bu son cümlesine kadar okuduysanız, “Bir Kahramanlık Hikâyesi”ni
alıp dinlemeniz de şart olmuştur herhalde, benim söylememe gerek yok.
AĞUSTOS 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder