Ersay Üner Röportajı

“SEVGİ, UMUT , SAMİMİYET… BUNLARDAN BİRİ EKSİLİRSE BEN BU İŞİ BIRAKIRIM.”


Besteci olarak adını ilk kez 2000’li yıllarda duyduğumuz Ersay Üner, Türk popunun son on yılına damgasını vuran isimlerden biri oldu. Bu süreçte “Afedersin”, “Bebek”, “Herkes Hak Ettiği Gibi Yaşıyor”, “Mucize”, “Tatil” ve “Kızıl Mavi” gibi sayısız “hit” şarkıya imza attı ve popta ‘Demet Akalın şarkıları’ diye adlandırılan bir kulvar yarattı. Beğenin ya da beğenmeyin, sevin ya da sevmeyin, en az bir Ersay Üner şarkısını ezbere biliyorsunuzdur; öyle bir şekilde kazınmıştır hafızanıza.

“Röportaj bahane abi; seninle tanışıp sohbet etmeyi çok isterim,” dedi bana Ersay telefonda. Aslına bakarsanız, benim için de öyleydi. Dişiyle tırnağıyla çabalayıp, iğneyle kuyu kazarak başarıya ulaşanların hikâyelerinden güç almış, bilenmişimdir hep. Ersay’ınki tam da böyle bir hikâyeydi. En azından bildiğim kadarıyla… Bir de bunca “hit” şarkı yazmış olma meselesi vardı ki, işin sırrını herkes gibi ben de merak ediyordum. Hele ki söz konusu Ersay Üner gibi her dakika, her yerde görünmeyen, işin mutfağında kalmayı seven, yani gizemini de koruyan bir besteci olunca…

Ersay Üner’le Göksu Evleri’ndeki stüdyosunda abartısız, saatlerce konuştuk. Aşağıda okuyacaklarınız, o uzun sohbetin mümkün olduğunca kısaltılmış halidir.     


YHT: Nasıl başladı Ersay Üner’in müzik aşkı?

EÜ: Konya Seydişehirliyim ben. Babam hem belediyede memur olarak çalışıyordu hem de belediyenin düğün salonunda müzisyenlik yapıyordu. Beş-altı yaşlarında müzikle ilgim başladı zaten. İlk enstrümanım davul. Sonra bas gitar çalmaya başladım. Ortaokulu beş senede bitirdim çünkü hep okulu asıyordum. Nerede müzik var, eğlence var, hepsinde Ersay var. On üç- on dört yaşına geldiğimde bu artık böyle olmayacak diye düşünmeye başladım. Kalktım geldim İstanbul’a. Ne yapıp edip bu işi yapacaktım. Tünel’e gidip gelmeye başladım. Sabahtan gidiyordum, akşama kadar biraz orada, biraz burada müzik aletleri satan mağazalarda vakit geçiriyordum. Zamanla bir sürü tanıdığım oldu.

Sonra 16 yaşındayken Sarayburnu’nda Camlı Köşk diye bir müzikholde udi Sami Çelik’in arkasında klavye çalmaya başladım. Bir buçuk seneye yakın orada çalıştım. Hem de orada kaldığım için sabah akşam klavye çalışabiliyordum. Bir gün yine gündüz saatlerinde ben çalışırken patronun misafirleri geldi. Onlar oturuyor, ben de çalışıyorum bir kenarda. Kızın biri kalktı yanıma geldi. Meğerse solistmiş ve patronun Ataköy Regetta’daki mekânında şarkı söyleyecekmiş. “Seni ben Regetta’ya götüreyim,” dedi kız bana. Böylece hem orada, hem de Regetta’da çalışmaya başladım.


YHT: Yeşilçam filmlerini andıran bir hikâye bu... O dönemdeki Regetta’yı düşünüyorum da… Genç bir müzisyen için bir okul olmuştur eminim.

EÜ: Tabii. Regetta’nın da en parlak zamanı. Altmış üç tane bar var. Birinde Kenan Doğulu çalıyor, birinde Ercüment Vural… Burası benim okulum olacak diye düşündüm. Askere gidene kadar orada benim çalışmadığım mekân kalmadı.

Sonra askere gittim. Yoklama kaçağıymışım meğer. Beni gelip sahneden aldılar bir gün. Haberim bile yoktu. Dünyadan bihaberim. Iğdır Telçeker’de sınır karakoluna yolladılar beni. Altı ay kadar hiç müzik yapamadım. Sonra bir müzisyen arıyorlardı; ben de el kaldırdım. Beni Iğdır’a götürdüler. Mustafa Karataş diye bir müzisyen vardı orduevinde ve caz müziği yapıyordu. Böylece müziğin başka bir yönüyle tanıştım. O güne dek popüler müzikle ilgilenmiştim. Mustafa Ağabey’e “Cazı bana öğret,” dedim. O bana listeler hazırladı, kitaplar önerdi. O terhis oldu gitti. Ben oraya bir dijital piyano aldırdım. Orada sabahtan akşama kadar çalışıyordum. Caz dinliyordum, “blues” dinliyordum; onlara çalışıyordum. Derken bir şeyler karalamaya başladım. Küçük küçük not defterlerim vardı benim. Hala saklarım. Nöbetlerde filan bir şeyler yazardım. Onlar sadece sözdü. Aslında melodiler de çalıyordum bazen ama onların beste olduğunun farkında değildim henüz. 


Askerden döndükten sonra annemlere bile uğramadan direkt Regetta’ya gittim yine. Gidişimden yarım saat sonra sahneye çıkardılar beni. Kaldığım yerden devam ettim. Hiçbir şey değişmemiş gibi oldu. Tabii artık Regetta’da çalmanın bana yetmeyeceğini fark etmiştim ama henüz başka bir işim yoktu. Bir süre daha orada devam ettim.

Bir gün bir arkadaşım aradı ve “Kutsi’ye çalar mısın?” diye sordu. Ertesi gün Kıbrıs’a gittik ve o gece ben Kutsi’ye çaldım. Böylece tanışmış da olduk. O beni sevdi, ben de onu. Sonra onunla sürekli çalışmaya başladım. Dört beş ay kadar sürdü ama biz o dönemde o kadar ağabey-kardeş gibi olduk ki, ben onun evinde kalmaya başladım. Bomonti’de bir çatı katı, küçücük bir evdi. Kutsi, Berksan ve ben beraber yaşıyorduk ve hep müzik vardı o evde.


YHT: Demet Akalın’la yollar nasıl kesişti peki?

EÜ: Bir gün yine bir telefon geldi. Demet Akalın’a çalmak için klavyeci arıyorlardı. Gittim, eşlik ettim o gece. O gece Demet sahnede “Yeni albüm yapacağım, şarkı arıyorum,” dedi. O an içimden “Ben yaparım bu işi,” dedim. Neden olduğunu bilmiyorum. Elimde bitmiş bir şarkı bile yok. Konserden sonra çaldım kulisin kapısını. “Merhaba,” dedim. Çok iyi hatırlıyorum, aynadan bana baktı, “Evet?” dedi. “Albüm yapıyormuşsunuz. Ben yapacağım sizin albümünüzü,” dedim. Güldü. “İyi, yap,” dedi.

YHT: Seninki bir cesaret diyelim hadi, o heyecanı anlarım da… Demet Akalın nasıl kabul etti bunu, seni hiç tanımadan?

EÜ: Belki de o an laf olsun diye dedi. Ama benim almak istediğim cevap oydu. Ondan sonrası bana kalmıştı zaten. Çıktım odadan.

Hemen başladım orada çalışmaya. İlk “Allah’ından Bul”u yazdım. Kutsi’ye dinlettim. Öyle kaldı dinleyince. “Oğlum bu çok güzel olmuş,” dedi. “Ama biraz toparlamamız lazım,” dedi, el attı şarkıya. Yanlışlarımı düzeltti. Aynı günün akşamı bir çorbacı da oturuyoruz. Yine Kutsi var, bir başka arkadaşımız daha var. Orada “Gazete” şarkısı geldi aklıma. Mırıldanmaya başladım. Kutsi “Budur işte, yazsana bunu,” dedi. Bir peçeteye yazdım orada şarkıyı. Böylece iki şarkı çıkmış oldu.

Sonra Kutsi, Demet’i aradı. “Ersay sana iki şarkı hazırladı, gel dinle,” dedi. Demet geldi. Dinledi. “Alıyorum bunları,” dedi. Sonra ben başka bir eve, başka bir arkadaşımın yanına taşındım Mecidiyeköy’e. Orada da altı şarkı daha yazdım. Demet o albümde o sekiz şarkıyı da kullandı.

YHT: Ersay Üner ismi pop müzik gündemine böylece girdi ve bir daha da çıkmadı zaten. Birçok şarkıcıya şarkı verdin sonrasında ama en çok Demet Akalın’a yazdığın şarkılar konuşuldu galiba. Kimyanız doğru tuttu sanırım?
EÜ: Ben etrafı dinlemeyi çok severim ve karakter analizi yaparım. Kadınların dertlerinin ne olduğunu, ne söylemek istediklerini iyi biliyorum. Demet’le arkadaş olduktan sonra birlikte vakit geçirmeye başladık haliyle. Onun neyi söyleyip neyi söylemeyeceğini hissedebiliyorsun birlikte zaman geçirince doğal olarak. Bu kasıtlı olarak yaptığım bir şey değil aslında ama yazarken ister istemez onu gözetiyorsun Zaten Demet Akalın şarkıları diye bir şey oluştu bu yüzden. Bir tarz çıktı ortaya. Doğru söz, doğru melodi, doğru besteci ve doğru şarkıcı bir araya geldi aslında. Kader ve şans bizi bir araya getirdi.
YHT: Başka şarkıcılara şarkılar vermeye başladığında Demet Akalın kıskanmadı mı peki?
EÜ: Kıskançlığı yoktur hiç Demet’in. Bir dönem bir endişeye kapıldı. Çünkü beraber yola çıktığı biri var ve güzel şeyler üretiyor. O da o güzel şeyleri elinden kaçırmak istemiyor. Bu da çok normal… Kim olsa aynı şeyi hissederdi. Ama ben ona sanırım şunu hissettirdim: Başkalarına verdiğim şarkılar Demet Akalın şarkıları değildi. Ona verdiğim şarkıları da başkası için yazmadım zaten. Ona yapılan şarkılar ondan başkasında olmaz. Kaldı ki Demet’te çok güzel duran şarkı bir başka şarkıcıda patlayacak diye bir şey yok. Bu anlaşıldıktan sonra çok rahatladık zaten. Ama bir iki sene öyle bir şey oldu. Ben de olsam ben de aynı endişeyi hissederim. Demet laf eder ama kalbinden kıskanmaz, bilirim. Yoktur kıskançlığı. Hatta bazen bir şarkı dinletirim, “Bunu şuna yolla,” diye kendisi söyler. Ama kendisine göre bir şarkı olduğunda da her şarkıcı gibi onun peşinden koşar. Sadece Demet değil, kim olsa yapar bunu zaten.
YHT: Ya Kutsi’yle ve Demet Akalın’la yollarınız kesişmeseydi, ne olurdu acaba? Sen yine beste yapar mıydın, bugün olduğun yerde olur muydun, hiç düşündün mü?
EÜ: Çok düşündüm bunu. Demet “hayır” diyebilirdi ya da ben şarkı yazamayabilirdim. Ama mutlaka müzikte bir şeyler yapmaya devam ederdim ve bir şekilde başarılı olurdum diye düşünüyorum. Demet ve Kutsi bahane sadece... Onlar yoluma çıkan doğru kişiler. Benim yol arkadaşlarım. Ben de onların yol arkadaşıyım. Benim de, onların da kabiliyetleri Allah vergisi. Yollarımız kesişmeseydi, herkes kendi yolunda bir şekilde devam ederdi. Ben yokken de Demet bir noktaya gelmişti, ben de Demet yokken bir noktaya gelmiştim. Bu herkes için geçerli.
O olmasaydı ne olurdu? Yine popüler bir besteci mi olurdum? Yoksa elinde gitarıyla Taksim’de şarkı söyleyen bir sokak müzisyeni mi olurdum? Bir stüdyoda film müzikleri yapan bir adam mı olurdum? Bilmiyorum ama yine müzikle ilgili bir şey olurdu kesin.
YHT: Kişiye özel şarkı yazar mısın?
EÜ: Ben bir şarkı yazdığımda yakışacağını düşündüğüm biri varsa, arar söylerim. Ya da gelip şarkı istediklerinde var olanları dinletirim ama özel şarkı yazmam hiç. Şarkılarımın bir tarifesi yoktur. Kiminden hiç para almam bile. Onun bir ayarı vardır bende ve tamamen gönülledir o ayar. Belirli bir kaşem hiç olmadı. Bunun sıkıntılarını da çok çektim. “Ona şu kadar vermişsin, benden şu kadar istedin,” diyenler de oldu. Ama o benim kararım.
YHT: Demet Akalın bir Altan Çetin şarkısı söyledi, malum. Peki Hande Yener bir Ersay Üner şarkısı söyler mi bir gün?
EÜ: Önemli olan öyle bir şarkının çıkması... Ama o şarkının çıkması için karşı tarafın bana vereceği samimiyet, enerji çok önemli. Şu ana kadar bana o samimiyeti veren taraf belli. Yıllardır o dostluğu, o arkadaşlığı aldığım... Hande’ye bir şey yapabilmem için benim Altan Çetin’in yaptıkları gibi bir şarkı yazmam lazım. Bence ona en doğru şarkıları yine Altan Çetin yazacaktır. Eski enerjileri tutar mı onu bilmem ama kesinlikle başarılı olacağına eminim çünkü o ruh birlikteliği var. Herkesle çalışabilirim… Ama Hande’yle bu saatten sonra birazcık zor… Çünkü gerçekten sürpriz bir şey çıkması lazım…
YHT: ”Hit”ler arka arkaya gelince ve popüler bir besteci olunca üretme sıkıntısı yaşamaya başlamadın mı?
EÜ: Tabii bir dönem beni endişelendirdi bu başarı. “Üç şarkı patlattım ama dördüncüyü yazabilecek miyim? Bundan sonra ne olacak?” diye düşündüğüm zamanlar oldu. Sonra “Kendini rahat bırak,” dedim. “Bu zamana kadar bunların hiç birini planlamadan yaptın. İçinden gelen sözü, müziği yazdın. Bunu iş olarak görmedin; hayat tarzın oldu.” Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Hayat benim için çok basittir çünkü. Hayatın yiyeceğimiz üç öğün yemek ve bir de yatacağımız yataktan ibaret olduğunu ben bugüne kadar yaşadıklarımla biliyorum. Onun ötesi bizim lükslerimiz. O yüzden kendimi hiç bozmamaya özen gösterdim.
Ne kadar müzikal bilgim artsa da, ne kadar edebi birikim yapsam da, bu işin asıl donanımı kalp ve yaşanmışlıklar. Hayat tarzın çok önemli… Kalbini, kendini çok yormayacaksın. Şarkı yazabilen insan isterse bir senede yüz tane şarkı da yazabilir. Bu çok kolay… Ama o yüz şarkının arasında hissederek yazdıkları hemen fark edilir. Ben de o yüzden şunu yapıyorum: Hiçbir zaman şarkı yazmak için oturmam masa başına ama aklıma bir şey geldiğinde de onu bitirene kadar başından kalkmam. O bir andır çünkü. Belki beş dakika sürer, belki beş gün, belki bir ay. Onu kaybetmemek lazım...
YHT: Dile çok kolay dolanan şarkılar yazıyorsun. Çabuk ezberleniyor ve eşlik ediliyor. Bunun formülü nedir?
EÜ: Hep kalbimi temiz tutmaya çalıştım. Hissederek yazmaya çalıştım. Hep empati yaptım karşı tarafla. Kendi anlatımımdan ziyade karşı taraf bunu nasıl anlatırdı diye düşündüm. Dinleyen nasıl anlatırdı? Ya da ona nasıl merhem olabilirim? Ya da bu kadar acı çekerken ufak da olsa bir tebessüm nasıl yaratabilirim, nasıl umutlandırabilirim diye düşündüm. Felsefem de bu oldu zaten şarkı sözü yazarken. Her şarkımın içinde mutlaka bir umut vardır. Çünkü beklediği odur dinleyenin. Onu bozmamaya çalışıyorum. On senedir aktif olarak söz yazıyor, beste yapıyorum. Yapılan şeyleri de takip ediyor, dinliyorum. Ve her şükrediyorum “Hamdolsun ki ben doğru yoldayım,” diye. İki sene hiç şarkı yazmadan oturabilirim. Üreten bir insan için bu çok normal. Bazen durmayı bileceksin. Kendini dinlemeden yazamazsın.
YHT: Besteleri nasıl yapıyorsun?
EÜ: Gitar ya da piyanoyu tercih ediyorum genellikle. Sözle birlikte melodi gelir. Hep kaydederim. Şarkı bitene kadar en sade şekliyle çalışırım. Birine dinletirken de öyle dinletirim zaten. Eğer şarkıcı isterse bir “demo” hazırlarım. Şarkı saf haliyle sade şarkıdır. Doğru solisti bulduktan sonra, ona göre aranje yapılır. Aranjelere müdahale etmem ama fikirlerim vardır. Hazırladığım “demo”larda o fikirleri veririm zaten aranjöre.
YHT: Besteci olarak çok fazla talep görmene rağmen, piyasanın çok da içinde değilmiş gibi duruyorsun. Bunun sebebi nedir?
EÜ: Yaptığın işin içinde sevgi olacak, umut olacak, samimiyet olacak. Bunlardan biri eksilirse ben bu işi bırakırım. Onun eksilmemesi için de bir yaşam tarzım var. Kendimi biraz uzak tutuyorum. Sadece işimle ilgileniyorum. Eğleniyorum, geziyorum, tozuyorum da. Ben gezmeyi seven bir adamım. Atlarım arabama, kilometrelerce yol yaparım. Ya da yurt dışına çıkarım, alırım fotoğraf makinemi, gezerim, kulüplerde müzik dinlerim. Kendimi ve kalbimi yıpratacak şeyler yaşamaktan kaçınırım. Kötü enerjiden uzak durmaya çalışırım. Böyle olması gerekiyor. Bazı şeyler bana ağır geliyor. Gerçekten üzülüyorum. Bir yemek oluyor, gala oluyor mesela. Gidiyorsun, bir iki arkadaşını görüyorsun. Sonra birileriyle selamlaşıyorsun, bir şeyler oluyor… O kadar kötü bir enerji dönüyor ki… Herkes bir şeyler söylüyor, “O öyle yapmış, bu böyle yapmış, onun işi şöyle olmamış, böyle olmuş…” Bunlar beni o kadar üzüyor ve yoruyor ki… Geriliyorum. “Benim buralara gelmemem lazım,” diyorum sonra.
Bana soruyorlar “Sinan’ı nasıl buluyorsun, Fettah Can’ı nasıl buluyorsun?” diye. Fettah benim kardeşim. İki metrelik bir yerde oturup sabaha kadar sohbet etmişliğimiz var. Soner’in (Sarıkabadayı)buralara gelene kadar nasıl çabaladığını, gecesini gündüzüne kattığını, nelerle uğraştığını ben biliyorum. Sinan… Yaptığı işleri beğenmek zorunda değilsiniz ama adam bir şeyler yapıyor, bir tarzı var. Onu da eski tanıyorum. Ozan (Çolakoğlu) benim abim dediğim bir adamdır. Ben daha müzik yapmıyorken bu adam müzik yapıyordu. Tarkan diye biriyle tanıştırdı bizi, hala onun “sound”larını dinliyoruz. Onno Tunç kadar önemli bir adamdır. Erhan Bayrak, Erdem Kınay… Bu adamların içinde ben müzik öğrendim. Biz arkadaşız, sırdaşız. Ben bu adamlar hakkında niye kötü konuşayım? Kötü bir şey yaşamadım ki ben onlarla. Birisiyle bir şey yaşamış mesela, benim de onun gibi düşünmemi istiyor, kötülememi istiyor. Bunlarla karşılaşıyorum. Bu yüzden bu ortamlardan mümkün olduğunca uzak yaşıyorum. 
ŞUBAT 2013

1 yorum:

  1. Şu an Kenan Erçetingöz'le Yüz Yüze'nin konuğu Sinan Akçıl sizden bahsedince merak edip sitenize girdim. Çalışmalarınız gayet güzel, başarılar dilerim.

    YanıtlaSil