Dinlediklerim Nisan 2012

UMUT TÖRE BANDOSU – “APANSIZ” 


Umut Töre, “rock” müziğin bugünkü kadar ana akım olmadığı, internet gibi, evinde oturduğun yerde bile dünyaya kendini tanıtmanın mümkün olduğu bir mecranın Türkiye’de esamisinin okunmadığı günlerde, defalarca kadro değiştirmesine ve bir türlü albüm yayımlayamamasına rağmen, konserden konsere, etkinlikten etkinliğe koşarak adını duyuran, bir dönem yaptıkları “demo” kayıtları elden ele dolaşan ve nihayetinde 1999 yılının Roxy Müzik Günlerinde birinciliğe layık görülen beş gruptan biri olmayı başaran Alt Geçit grubunun kurucularından biriydi. Roxy Müzik Günlerinde birlikte çalmak için anlaştıkları Hayko Cepkin, sonrasında albüm yayımlayıp ülke çapında tanındığında ise Umut Töre bu defa onun ekibinde çalıyordu.

Hayko Cepkin ve Umut Töre işbirliği 2005 yılından 2011 yılının Şubat ayına dek devam etti. Umut Töre sadece müzisyen olarak değil, fotoğrafçı olarak da Hayko Cepkin albümlerine imza atıyordu zira üniversitede fotoğrafçılık eğitimi almıştı ve müziğin yanı sıra bu işi de profesyonel olarak yapmaya devam ediyordu.


Umut Töre’nin 2009 yılında kendi şarkılarını çalıp söylemek için kurduğu Umut Töre Bandosu ise bugüne dek çeşitli mekânlarda verdiği konserlerle adından söz ettirmekte idi. Takipçileri nicedir onlardan bir albüm bekliyordu. Ve beklenen albüm geçtiğimiz günlerde Gri Plak etiketiyle piyasaya sürüldü.

Gri Plak, Töre’nin tanıtım fotoğrafçılığı sektöründe kurumsallaştığı Gri Tanıtım Hizmetlerinin bir uzantısı olarak, arkadaşlarıyla birlikte, sadece bu albüm için kurduğu bir firma. Umut Töre, ürettiklerini dinleyicilere sunmak için “tüccarlar” diye tabir ettiği müzik yapımcılarına mahkûm olmamak için albümü kendi kurduğu firmadan yayımlamayı tercih etmiş. Bundan sonrasında da aynı düşüncedeki başka grup ve şarkıcıların albümlerini de Gri Plak etiketiyle basma niyetinde. Yani bir tür alternatif ve bağımsız plak şirketi diyebiliriz buna ki bu tip şirketlerin çoğalması dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de müzik sektörü adına büyük önem taşıyor.


Umut Töre Bandosu’nun dokuz şarkıdan oluşan “Apansız” adlı ilk albümündeki tüm şarkıların söz ve müzikleri Umut Töre’ye aitmiş. “Miş” diyorum çünkü bu bilgi, bilerek ya da bilmeyerek albüm kartonetine yazılmamış. Bununla birlikte yeri gelmişken söylemeliyim; albüm, kartonet, fotoğraflar, konsept ve hatta baskıda kullanılan kağıdın tuşesi ile ilk bakışta/dokunuşta yabancı bir albüm izlenimi veriyor. Hem iddiasız ve sade, hem de bir o kadar dikkat çekici.

“Rock” müzik albüm kartonetleri deyince illa ki akla gelen koyu renkli, karanlık imajlara, fazla mana yüklemekten manasız hale gelmiş gotik çağrışımlı bir takım tasarımlara ve benzeri klişelere sırt çeviren bu kartonet tasarımı için Berat Kösemen’i ve fotoğraflar  için de Tuna Uysal’ı tebrik etmeli.

Umut Töre Bandosu, adının Türkçede çağrıştırdığının aksine bir bando değil. Grup bu ismi İngilizce’deki “band” kelimesinin karşılığı olarak seçmiş kendine. Grupta Umut Töre’nin yanı sıra Ehl-i Keyf grubundan ve Açık Radyo’daki “Sarhoş Atlar Zamanı” programından tanıdığımız Akif Burak Atlar, Sakin grubundan tanıdığımız Soner Özışık ve Poyraz Kılıç çalıyor.


Gelelim albümün içeriğine…

Albümün çıkış şarkısı olarak açılışta yer alan “Uzak” seçilmiş. Sanırım bunun sebebi, biraz daha günümüz Türkçe “rock” anlayışına yakın durması. Yoksa albümde daha etkili şarkılar var. Ben olsam daha melodik ve bu sebeple daha akılda kalıcı olan “Yabancı”yı seçerdim mesela.

Sadece iki cümleden oluşan sözleri ve yetmişlerden çıkıp gelmiş “psychedelic” etkisiyle “Tatminsiz” ve yine aynı çizgide yürüyen “Tepetaklak” ilk dinleyişte diğerlerinden sıyrılan şarkılar. Albüme adını veren “Apansız”daki gitar solo, son şarkı olan “Yerindeyim”deki davul yürüyüşü, “Sen Uyurken” ve “Yabancı”nın kulak yakalayan “riff”leri ve grubun müziğini benzeri onlarcasından ayırmamızda etkili olacak mızıka ve melodika sesleri albümden alacağınız müzikal tatlardan sadece bazıları.


Buna karşın albümün çok önemli bir eksisi var ki o da Umut Töre’nin vokali. Bazı şarkılarda, özellikle “Çekirge”de açıkça duyulur bir şekilde detone oluyor, şarkıların ruhunu dinleyene geçirmekte genellikle yetersiz kalıyor, belli ki detone olma kaygısıyla kelimelere yeterince sahip çıkamıyor. Bu nedenle de şarkıların içine ancak bir süre dinledikten sonra girebiliyor, ama yine de uzun süre dinlediklerinize odaklanamıyorsunuz.

Uzun yıllar yabancı dilde söylemiş bir solist için Türkçe şarkı söylemek, hele ki bunu “rock” müzikte yapmak elbette kolay değil. Kaldı ki sahnede çalıp söylemeye alışmış müzisyenler için stüdyo mikrofonu bir kâbusa dönüşebiliyor. Ancak bu sebepleri dinleyicinin bilmesini/kabul etmesini beklemek de yanlış olur. Bu handikap, şarkılarda daha fazla vokal desteği kullanılarak bir nebze olsun aşılabilirmiş aslında ama nedense bu da tercih edilmemiş.


Her ne kadar bir ilk albüm gibi gözükse de, aslında Türk “rock” piyasasında epeyce ter dökmüş müzisyenlerin bir araya geldiği Umut Töre Bandosu’nun bu albümünü şu sıralar çok yaygın olan “teenage rock” gruplarının ilk albümleriyle aynı kefeye koymak yanlış olur. Nitekim kısıtlı imkanlarla ortaya çıkarılmış “sound”un yetkinliği (prodüktör Naim Korudağ’ın da kulaklarını çınlatalım bu arada) bu ayrımı kolayca yapmamızı sağlıyor. Sadece bu nedenle bile edinilebilecek bir albüm. Tabii acısız Türkçe “rock” dinlemeyi seviyorsanız şayet.

MURAT ERCAN – “UZUN HİKAYE” 


Bilenler bilir; nasıl ki İngiltere’de Liverpool denince başka, Manchester denince başka, Amerika’da Seattle denince başka, San Francisco denince başka türlü bir “rock” müzik gelir akla, Türkiye’de de Kadıköy denince akla gelen “rock” müzik, başka bir anlam taşır. Temeli yetmişlerde atılan, seksenlerde yeraltında büyüyen, doksanlarda ise sesini iyiden iyiye duyurmaya başlayan bir kültürün, bir yaşam biçiminin ve bunun izdüşümü bir müzikal tavrın karşılığıdır Kadıköy yakasında “rock”. Bugün de Türkçe “rock” müziğini ciddi şekilde besleyen bir kaynak olması boşuna değildir. Şaka yollu bir benzetmeyle, bir göndermeyle ortaya çıkan “Kadıköy sound” tabiri, bugün dahi sınırları kolayca çizilebilir bir müzik türünü işaret etmiyor olsa da zaman içerisinde elle tutulur bir gerçeğe dönüşmüştür zira.


Geçtiğimiz günlerde ilk albümü “Uzun Hikaye” ile tanış olduğumuz Murat Ercan da Kadıköy sokaklarında “rock” müzikle büyümüş bir müzisyen. Dönemin efsane grubu Blue Blues Band’de Yavuz Çetin, Kerim Çaplı ve Batu Mutlugil gibi isimlerle birlikte bas gitar çalması, eski Kargo grubundan Serkan ve MŞŞ ile, Athena’dan Gökhan ve Hakan ile, Kurban’dan Umut ile mahalle arkadaşı olması, Virüs adını verdikleri bir grupla “cover” şarkılar çalarak sahne deneyimi kazanması gibi ayrıntılarla dolu geçmişi, onun “Kadıköy sound”un tam ortasında yetişmesine sebep olmuş.

Albüm kartonetinde Murat Beşer imzalı yazı, Murat Ercan’ı (arkadaşları ona kısaca Mercan dermiş) ve onun müziğini o kadar açık ve net cümlelerle anlatıyor ki, üzerine ne söylense fazla gelir. Yazıda Murat Ercan’ın sade ve doğru bir adam olduğundan, “doğal bir durum öykücüsü” olmaktan öte bir iddia taşımadığından bahsediliyor. Daha albümü dinlemeden anlıyorsunuz ki, şarkılardan afili laflar saçılmayacak, havai fişekler patlamayacak, bir ipte birden çok cambaz yürümeye kalkışmayacak. Öyle de oluyor nitekim. Yer yer basit denebilecek kadar sade, iddiasız, kolay dinlenilen, kulağa kolay gelen ve fakat tam da bu nedenlerle dinleyeni ummadığı bir derinliğe düşüren şarkılar bunlar. Tıpkı Murat Ercan’ın öykündüğü şairlerin şiirleri gibi; misal Orhan Veli.


Enteresan bir ses rengi var Murat Ercan’ın. Sesini Dave Matthews’e benzetenler varmış. İlla birine benzetmek gerekirse eskilerden Cantekin’in sesine daha çok benziyor bence. Hatta İpod rastgele şarkılar çalıyor ve ben ekranı görmüyor iken, kulağıma çalınan Murat Ercan şarkısını tanımayıp “Ben İpod’a Cantekin şarkısı mı koymuşum?” diye şaşırmışlığım bile var geçenlerde; o derece yani.

İyi müzisyenlerin elinden çıkmış temiz bir “sound”, iyi bir müzisyenin kendi karakteristiğini belirgin bir şekilde hissettirdiği şarkılar,samimi ve dürüst bir “rock” albümü dinlemek isterseniz, Murat Ercan’ın bu albümü uzun süredir arayıp da bulamadığınız alternatif olabilir.

NİSAN 2012

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder