Yetmişlerde Ajda Pekkan'ı yurt dışına lanse etmek için her yolu deneyen Philips plak şirketi, bu konuda özellikle Fransa'da epeyce ciddi adımlar atarken, Ajda'nın yurt dışına açılayım derken Türkiye'de tırnaklarıyla kazıyarak kazandığı şöhreti kaybetmeye hiç niyeti yoktu. Bundandır ki Fransa'da Philips'le çalışmalar devam ederken, Ajda Türkiye'de İstanbul Plak'la sözleşme imzaladı. 1972 yılında imzalanan bu sözleşmeyle İstanbul Plak müzik dünyasında yılın en büyük transferini gerçekleştirirken, Ajda Pekkan için de yeni bir dönem başlıyordu.
YÜKSEK ÖKÇELİ, KIRMIZI ŞARKILAR
Evvel zaman, kalbur saman içinde, bundan bir beş altı yıl kadar önce gecelerden bir gece, evvel ahir meftunu olduğum bir hanım sanatkârımızın Cihangir’in orta yerinden Boğaz’a 270 derece selam duran leb-i derya evinde, rahat kadife koltuklarda kırmızı şaraplarımızı yudumlar, karşılıklı tellendirdiğimiz sigaraların dumanlarını orta sehpasının eski ahşabını alazlandıran renk renk, şekil şekil mumlara doğru üflerken, salonu üst kata bağlayan merdivenin altına, geçkin ama edalı bir kadın gibi kurulmuş siyah piyanonun tuşlarına dokunuyordu Çiğdem Erken. Buna “basmak” denemezdi, evet düpedüz dokunuyor, hatta dokunmaya da kıyamıyor, siyah beyaz tuşların üzerinde parmaklarıyla adeta uçuyordu. Gözleri kapalı, sesi kırılgan, ürkek, ama bir o kadar da kendinden emin ve yırtıcıydı. Belki de sesi değil, şarkılarının sözleriydi o an yüreğimizi yırtan, bilmiyorum. Büyülü bir andı, her bir ayrıntıyı abartıyor, büyütüyor olabilirim.
Popüler müzik açısından çok bereketli bir yıl olarak kayıtlara geçecek 2011 yılında ilk albümünü yayımlayanlardan biri de Cansu Kurtçu oldu. Özellikle son dönemde bir çok güncel albümde söz yazarı/besteci, bazen de prodüktör olarak adını gördüğümüz Cansu, bu defa şarkılarını kendisi seslendirdi ve “His (Her Şey İçinde Saklı)” adını verdiği ilk albümü geçtiğimiz günlerde piyasaya sürüldü.
Gülben Ergen’den Demet Akalın’a, sektörün tam da göbeğindeki isimlerle çalışmış olmanın getirdiği tecrübeyle, ilk albüm acemiliği taşımayan bir ilk albüm yapmış Cansu. Her şeyin bu kadar yerli yerinde olduğu ilk albüm sayısı çok değil.
Albümdeki tüm şarkıların söz ve müzikleri Cansu’ya ait. Düzenlemelerde ise ortağı Fettah Can başta olmak üzere Cem İyibardakçı ve Serkan Ölçer’in imzaları var. Şarkıların tamamına akustik düzenlemeler yapılmış. Yaz mevsiminde yüksek tempolu şarkılar yapılır saplantısına inat, orta, hatta yer yer ağır tempolu bir albüm bu.
Radyoların gündüz saatleri yayın akışlarında yer bulabilecek şarkılar yapma zorunluluğu gibi bir şey doğdu iki binlerde. Şarkınız yeterince yüksek tempolu olmazsa, rotasyona almıyor ve radyoların en çok dinleyici topladığı gündüz saatlerinde çalmıyorlar çünkü. Her nedense radyo dinleyicilerinin gün içerisinde sürekli hoplayıp zıpladığı, eğlenmelere doyamadığı var sayılıyor ve sektörün kuralları bu deli saçması mantıkla işliyor.
Oysa son iki yıldır daha orta tempolu, hatta ağır tempolu şarkıların daha çok prim yaptığı, sevildiği, ilgi gördüğü gibi de bir gerçek var orada. Bahsi geçen mantığa bir tepki gibi doğan ve sadece düşük tempolu şarkılar yayınlayan radyo kanallarının yükselişe geçmesi boşuna değil. O kadar da eğlenceli olmayan hayatlarımızda, hababam de babam eğlendirilmekten, sulu zırtlak “dj”lerden, “dım tıs dım tıs” şarkılardan fena halde sıkılanların sayısı sanıldığından çok daha fazla. Kaldı ki bu ülkede yaşayan insanların tamamının hayatı “her gece Reina” coşkusunda geçmiyor.
Tüm bunlar düşünüldüğünde, Cansu’nun bir risk gibi görünen bu tarzı ve tavrı, aslında uzun vadede başarı getirecek, yerini bulacak bir tercih olabilir.
Cansu’nun şarkılarında gayet doğru düzgün, mantıklı, doğru bir imlâyla yazılmış, hikâyesi olan, anlamı olan şarkı sözleri var. Ne var ki besteler vasat bir çizgide kalıyor. Albümün bütününde çok parlak, çok dikkat çekici, çok çarpıcı bir beste yok. Bu haliyle ilk dinleyişte “bu bir Cansu bestesi” dedirtecek, orijinal, kendine özgü bir stili de yok henüz Cansu’nun. Galiba bunun için biraz daha zamana ihtiyaç var.
Buna karşılık şarkıcılık tekniği açısından gayet başarılı olduğu söylenebilir. “Geçmiş Geçmişte Kaldı”, “Anlamak Zor” gibi bazı şarkılarda ciddi şekilde hissedilen Deniz Seki etkisini bir yana koyarsak, gerek prozodi, gerek vurgu ve baskıları ile piyano seslerde gezinen zor cümlelerde gösterdiği yetkinlik, benim diyen bir çok şarkıcıdan daha iyi.
Albüm kartonetinde güzel bir kadını alabildiğine güzel fotoğraflamış Onur Ercoşkun’un ışıklı karelerine karşın, Nilşah Ağaoğlu tarafından yapılmış kapak tasarımının biraz zayıf kaldığı söylenebilir.
Bütünüyle bakıldığında iyi bir albüm “His”. En azından Cansu’nun bundan sonra yapacakları açısından umut vaat ediyor.
TEMMUZ 2011
Ankara kökenli bir “indie rock” grubu olan Gece, dört kişiden oluşuyor. Adlarının baş harflerinin akrostişi ile kendilerine Gece (Gökçe Balaban, Erdem Başer, Can Baydar, Eren Çilalioğlu) adını vermiş grubun kuruluşu 2001 yılına kadar gidiyor. Daha lise yıllarında başlamışlar birlikte çalmaya ve 2004 yılında bugünkü kadro oluşmuş. 2008 yılına kadar Ankara’da bir çok mekanda sahneye çıkıp , adlarını duyurmuşlar.
Bilen bilir, Ankara’da yetişen müzisyenler daha kısıtlı imkanlar ve daha kısıtlı bir çevreye rağmen daha azimli ve sebatkâr olur, ayaklarını yere daha sağlam basarlar. Ankara’nın İstanbul’a nazaran daha az ama daha seçici ve zor beğenen bir müzik dinleyicisi potansiyeli vardır. İstanbul’da bir konsere gidenlerin bir kısmı sadece orada gözükmek için, piyasaya yapmak için gidiyorsa, Ankara’da bir o kadarı müzik dinlemek için gider; beğenmiyorsa da asla gitmez. Müzisyenler için Ankara’da tutunabilmek zor, buna karşın kazanılmış başarıyı uzun soluklu kılmak kolaydır.
Nitekim Gece de bu elekten geçebilmeyi başarmış, Manhattan, If ve Saklıkent gibi Ankara’nın “rock” müzik çalınan barlarında sahne alabilmiş bir grup olarak 2008 yılında İstanbul’a geldiğinde, peşinden bu başarıyı da getirmiş, o yıl yayımlanan ilk albümleri “İçinde Saklı”, müzik çevrelerinden olumlu eleştiriler almıştı.
İlk albümlerinin yayımlanışından bu yana geçen üç yıl içerisinde bir “single” yayımladılar. 1989 çıkışlı “Sezen Aksu Söylüyor” albümünde yer alan Orhan Atasoy ve Istvan Leel Ossy ortak bestesi “Gamsız”ın “rock” versiyonu grubun adının daha fazla tanınır olmasına epeyce katkı sağladı. Bu “single”, Gece’nin Sony Müzik’e transfer olmasından sonra yaptığı ilk çalışmaydı.
Ve geçtiğimiz günlerde ikinci Gece albümü Sony Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
“Indie rock” akımı, “rock” müziği bir nebze ehlileştirdiği, daha romantik, daha sakin, daha melodik hale getirdiği ve hatta yer yer popa yaklaştırdığı için bazı çevreler tarafından “rock”tan sayılmıyorsa da dünya üzerinde epeyce fazla sayıda grup ve takipçisiyle ciddi bir sektöre dönüşmüş durumda. Üstelik bu türün alıcısı büyük yüzdeyle “teenage” tabir edilen yaş grubu ki bu da müzik satanlar için en verimli pazar.
Gece’nin Incibus, My Chemical Romance, Green Day ve türevlerinin peşinden giden melodik müziği, iyi şarkı sözlerinin desteği ve gücüyle birleşince ortaya kolay dinlenebilir bir Türkçe “rock” albümü çıkmış. Özellikle albümün açılışında yer alan ve çıkış şarkısı olarak seçilen “Ben Öldüm”, türün meraklıları için dillere marş olacak potansiyelde bir şarkı.
Albümde “Gamsız” dışında kalan bütün şarkıların söz ve müzikleri grubun solisti de olan Can Baydar tarafından yazılmış. İyi bir şarkı yazarı Can Baydar. “Ben Öldüm”ün peşi sıra “Hepsi Bu”, “Bana Bir Şarkı Söyle” ve “Çırpınırken” başta olmak üzere albümde meraklılarınca ezbere alınacak, konserlerde bağır çağır eşlik edilecek çok şarkı var.
Şarkıların yüksek enerjisi kadar grup elemanlarının stüdyo performansı ve albümün “sound”u da son derece parlak. Kendi türü içerisinde son zamanlarda yayımlanan en başarılı albüm olduğunu söyleyebilmek rahatlıkla mümkün.
TEMMUZ 2011
Söz konusu Kenan Doğulu olunca tarafsız olabilmek biraz zor benim için. Çünkü başından beri Kenan Doğulu’nun müziğiyle başım hoş değil. Türk popuna anlamsız söz dizimlerini getirenlerin başında geldiğini düşünmemdir buna birinci sebep. İkincisi o “sahnesi iyi” teranesiyle herkesin ayılıp bayıldığı ultra-enerjik halleri, sürekli bütün elleri havada görmek isteğini yinelemesi (hatta bunu Eurovision sahnesinde bile yapması), sınırsız ve sonsuz sevimlilik halinin içimi daraltmasıdır.
Buraya kadarı çok öznel bir bakış açısı elbette. Yoksa çok seveni, beğeneni, dinleyeni olduğu inkâr edilemez bir pop yıldızıdır Kenan Doğulu ve bu gerçeğe benim öznel fikirlerimi beyan etmemle zeval gelmez. Baştan sona iyi albümler değil belki ama albümlerinde zaman zaman iyi şarkılar yaptığı da olmuş, beni bile şaşırtmıştır. Tabii bunda Ozan Doğulu’nun çok sağlam müzisyenliğinin payı yadsınamayacak kadar büyüktür.
Gelgelelim yeni albüm öncesi piyasaya sürülen yeni "single"ı “Şans Meleğim” için bu kadar iyimser olamayacağım.
Müzik dünyasında hem kendisine, hem de fikirlerine çok saygı duyduğum, çok değer verdiğim, gerçekten aklı başında sayılı adamlardan biri, geçtiğimiz günlerde aynen şöyle dedi bana: “Birileri Kenan Doğulu’ya artık kırk yaşına geldiğini hatırlatmalı!” İşte aradığım cümle tam da buydu. Aklımdan geçen, ama adını bir türlü koyamadığım teşhis.
Yani kırk yaşına gelmiş bu adam, hala yirmili yaşların taşkın hormonlarıyla bir kızın saçını bir sağa bir sola savurmasına baka baka doyamıyor, gözünü süze süze havalı havalı gülmesine hayran mı oluyor? Bu kadar mı?.. Bu adamın hayatta başka derdi, hayatla başka derdi yok mu? Daha ne kadar sarkıntılık edecek gözüne kestirdiği kızlara?
Evet tam da böyle düşünen, böyle yaşayan bir takım adamlar var. Onlar tam da Kenan Doğulu şarkılarının çalındığı gece kulüplerinde fink atıp duruyorlar her gece. Onlara tav olmaya hazır saçını bir sağa bir sola savuran kızlar da gani gani bahis konusu o kulüplerde. Peki Kenan Doğulu ve Kenan Doğulu’nun müziği bundan mı ibaret? Hiç büyümeyecek, hiç olgunlaşmayacak mı?
Şarkının ritmikliğine, dansa gelirliğine, o şahane altyapıya, elektronik seslere filan hiç itirazım yok. Gayet güncel, gayet “trendy” her şey. O çok zorlama “süper süper”ler bile hoş gelebilir kulağa biraz daha iyi niyetle dinlemeye gayret edilirse. Ama hepsi bu. Bir yerlerde çalarsa dans edip eşlik edebileceğim, ama asla kulağımda kulaklıklarla dinlemeyeceğim bir şarkı “Şans Meleğim”. Dinleyene de mani olmam, o ayrı.
TEMMUZ 2011
Murat Boz, söz ve müziği Nil Karaibrahimgil’e ait “Aşkı Bulamam Ben”le, henüz “single”ların bu derece yaygın olmadığı günlerde, tek şarkılık bir çıkışla adım atmıştı profesyonel kariyerine. Epeyce de işe yaramıştı bu taktik. Ben kendi adıma, Tarkan’dan sonra ilk kez, neredeyse onun kadar ışıklı bir başka erkek şarkıcıyla, müstakbel bir “pop-star”la karşı karşıya olduğumuzu düşünmüştüm. Bir süre Tarkan’a vokal yapmıştı. Fiziği değil ama, şarkı söyleme stili fena halde Tarkan’a benziyordu. Ne gam! Nasılsa o etki geçer, o da kendi yolunu bulurdu zamanla.
Gerçekten de zamanla Murat Boz, artistik anlamda Tarkan’dan ayırdı yolunu. Ama bu (ne çare ki) kendi yolunu bulmasına yetmedi.
Murat Boz’un yeni albümü “Aşklarım Büyük Benden”, yakın bir tarihte yayımlandı ve yukarıda ileri sürdüğüm savın tuzu biberi oldu.
Boz’un uzun süredir şarkı topladığını biliyordum. Bu uzun süreli şarkı toplamalar, kolay kolay hiçbir şarkıyı beğenmemeler filan, tecrübeyle sabittir ki çoğu kez hayal kırıklığı yaratan albümlerle sonuçlanır. Çünkü o ne yapacağını bilememe hali, her şeyden biraz yapma yanılgısını ve tutarsızlığını beraberinde getirir.
Bu şarkı toplama yöntemi de bize ait bir yöntemdir aslına bakarsanız. Yurt dışında albüm kotarmanın iki belirgin yolu vardır. Ya şarkıcı olarak sizin bir ekibiniz vardır. Stüdyoya onlarla girer, bütün şarkıları aynı ekiple yaparsınız. Bu genellikle “rock” ve türevlerinde müzik yapanların yöntemidir. Ya da farklı şarkıları birden fazla prodüktörle çalışırsınız; üç şarkıyı bir, iki şarkıyı bir başka prodüktör hazırlar. Yani siz kendinizi prodüktöre teslim edersiniz, aranjöre değil. Oysa bizde şarkıcının beğendiğini aranjör beğenmezse, genellikle o şarkı albüme girmez. İsmi büyük/büyütülmüş aranjörler, bestecilerden bile daha fazla kazanır, burunlarından kıl aldırmazlar. Kaldı ki prodüktörlük kavramı da tamamen başka bir anlam ifade eder.
Hal böyle olunca şarkıcı olmanın doğası gereği yüksek egoyla kuşanmış ve çevresinin de yoğun katkılarıyla kendi egosunun sarmalında gözleri bulutlanmış şarkıcılarımız, bir strateji, bir uzun vadeli plan, bir kalkınma programı dahilinde değil, günü kurtarma manevralarıyla yol alır, bundan ki sık sık tökezler, daha da fenası erken yorulurlar.
Bir kere Murat Boz çok yakışıklı bir genç adam. Rahatlıkla görsel anlamda bir ikona dönüşebilir/dönüştürülebilirdi bunca zamandır ki bu bir “pop-star”lık kriteridir zaten tek başına. Ne yazık ki benzersiz, göz alıcı, takip edilen, taklit edilen bir stili yok. Tam tersine, İstinye Park’a uğrasanız bir öğleden sonra, onlarca genç adamda benzerini görebileceğiniz bir stil/stilsizlikle alabildiğine sıradan. Görsel danışmanlığını yapan Eliz Sakuçoğlu’nun bu konuda ciddi anlamda kafa yorması gerekiyor.
Hadi diyelim ki görselliği özellikle geri plana itiyor, müziğiyle etki yaratmak istiyor. Bu defa da şarkıları bu tezin altını doldurmuyor. Yani bir Bülent Ortaçgil, bir Vedat Sakman, bilemediniz bir Levent Yüksel müziği yaparsınız da görsellik umurunuzda/umurumuzda olmaz. Ama henüz Boz’un müziği bu mesajı vermiyor. Koşulan kulvar, popülerin tam da ortası ise, Murat Boz’un görselliği de en az müziği kadar önemsemesi kaçınılmaz bir zorunluluk.
Bundan da daha önemlisi, daha ilk karşımıza çıktığında hissettirdiği potansiyeli hemen hiç açığa çıkaramamış olması. Dans edemez mi mesela ya da neden etmez? Neden kliplerinde sadece ama sadece üç numaralı bakışını atmak, poz kesmekle yetinir? Emrah bile daha fazlasını yaptı bugüne dek.
Murat Boz’un yeni albümü de tamamen bu iddiasızlığın peşinden gidiyor. Şöyle dinleyenin diline dolanacak, pop tarihine bir Murat Boz “hit”i olarak geçecek, aman aman sarsıcı bir şarkı yok bu albümde. Boz’un Türk popunda bu şarkılarla kendini konumlandırdığı yer Gökhan Tepe’nin ve hatta Gökhan Özen’in hemen yanı başı. Yani ne uzar ne kısalır, sadece kendi (büyük yüzdeyle) ergen hayran kitlesini peşinden sürükler, bu da ona yeter gibi.
Albüme imza atan isimler az buz değil aslına bakarsanız. Cansu Kurtçu, Deniz Erten, Gülşah Tütüncü, Çisel Onat gibi son dönemin dikkat çekici şarkı yazarlarına Mert Ali İçelli, Fettah Can, Erdem Kınay gibi daha tecrübeli isimler de dahil olmuş ve belli ki herkes elinden geleni yapmış. Ama bütünü ortalamanın üzerine çıkmayan bir albümde ne kadar dinlerseniz dinleyin, daha parlak, daha çarpıcı bir şey değmiyor kulağınıza.
Reşit Gözdamla ve Bülent Ay’ın elinden çıkma “Hayat Öpücüğü”, albümde Soner Sarıkabadayı’nın yokluğunu aratmazken, “Soyadımsın” ve “Bize Kıyma” bir önceki albümün yavaş şarkılarından öteye götürmüyor Boz’u. “Aşkın Suçu Yok” da bir erkek Demet Akalın dinliyor, “Kalamam Arkadaş”ı, “Geri Dönüş Olsa”yı Murat Dalkılıç söylese ne fark ederdi diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Sözleri Gökhan Şahin, bestesi Emrah Karaduman imzalı “Bulmaca” Latin altyapısı ve farklı sözleri, Gülşah Tütüncü imzalı “Korkma” ise alaturka yapısıyla (her ne kadar Boz tarzının çok dışında tınlasa da) albümde nispeten farklı yerde duran şarkılar.
Böylesi yazılar yazmaktan çok hoşnut olduğumu söyleyemem. Harcanan emeği, sonucu ne olursa olsun takdir etmek ve taçlandırmak gerektiğini düşünenlerdenim. Ama bazen gerçekleri size en yakınınızdakiler değil, en uzağınızdakiler söyler. Ve o uzaktaki sese kulak vermek işe yarayabilir.
TEMMUZ 2011
BEN “MATİZ”İM, DÜNYA KEDER!
Müzik yazarları ve eleştirmenleri için alternatif olanı, az bilineni yazmak bir prestij meselesidir. Ne kadar ince ve seçkinci bir müzik algısına, öngörüsüne ve zevkine sahip olduklarını ispatın tek yolu gibidir bu, aslında her şeyden klişe tavır. Bundandır ki alternatifi yüceltmek adına çoğu kez tatsız, tuzsuz, renksiz, ruhsuz isimlere/işlere fazladan prim verilir. Sanat için sanat yapılmış, ne ki seyircinin bir nebze ilgisine mazhar olamamış filmleri yere göğe sığdıramayan sinema eleştirmenleri gibi, müzik eleştirmenleri de çoğu zaman kendileri yazar, kendileri dinlerler.
BAŞKA SEZEN YOK!
Sezen Aksu’nun son dönem albümlerinin hepsinde temel iki problem var. Bunlardan biri, her geçen gün daha bilge, daha ermiş, daha muzip, daha ezber bozan, daha acılı ve daha neşeli bir kadının, kalemden kağıttan taşan, her bir satırı ayrı bir manifesto yazan şarkı sözleri. Yükünü tutmuş kiraz dalları gibi; çok bereketli, ama her an kırılabilir ve dökülüp taşan kirazlar heba olabilir. Yer yer kırılıyor da o dallar nitekim. Çünkü kimsenin bunca sözü duyacak, dinleyecek, anlayacak vakti yok. Nicedir bu ülkede insanlar ya aşkına, ya ayrılığına, ya mutsuzluğuna ya da eğlencesine eşlik etsin diye dinliyor şarkıları. Herkes kendini duymak istiyor; kimsenin başkasını dinleyesi yok. Hal böyle olunca da Sezen’in en eğlenceli şarkısında bile ince ince kanayan, kanatan ağır okkalı cümleleri kolay yenilip yutulmuyor.
GÜZEL ŞARKILAR ANTOLOJİSİ
Son dönemde yeni tanış olduğumuz bir çok şarkıcı gibi Ravi de önce besteleriyle adını duyurdu. “Kalp Kırılsa da Sever”, “Ölümsüz Aşklar” ve özellikle de “Eksik”, iyi bir şarkı yazarı kazandığımızı müjdeliyordu zaten. Kaçınılmaz son gerçekleşecek ve o da eninde sonunda bir albüm yapacak demeye kalmadan yaptı ve Ravi’nin kendi adını taşıyan ilk albümü yakın bir tarihte, Avrupa Müzik etiketiyle piyasaya çıktı.
DUYDUNUZ "ZİL"İN SESİNİ!
Emre Altuğ’un 1999 yılında “İbret-i Âlem”le ilk çıkışı çok etkileyici olmuştu. İyi bir şarkı, iyi bir albüm, yakışıklı genç bir adam vardı karşımızda. Tiyatro kökenliydi, bizim sonradan görme popçulara pek benzemiyordu. Çok şeyi hazmetmişti ve üstelik arka planında hatırı sayılır bir deneyim, ustalarla çalışmışlık, kendini ispat etmişlik vardı.
Hem müzikal yetkinlikte, hem de “pop-star”lık kriterleri içerisinde bakıldığında, neredeyse eksiksiz gözüken Emre Altuğ’un zaman içerisinde yanlış bir kariyer planlamasıyla istikrarını tutturamamış gidişatını kendi adıma şaşırarak izledim. Bazen malzemenin eksiksiz olması, pişen yemeğin lezzetli olmasına yetmiyordu ve Emre Altuğ’un durumu ancak böyle açıklanabilirdi.
Oyunculuk ve şarkıcılığı hiçbir zaman dengeleyemeyen Altuğ, kötü filmler, kötü diziler, kötü yarışma programları, seçici davranılmamış projelerle yüzünü eskitirken, müzik adına da onu ileriye götürecek işler çıkaramadı. Yaptıkları hep ondan beklenenin altında kaldı. Sanki bilerek ve isteyerek ikinci ligde kalmayı seçmiş gibiydi. Eli yüzü düzgün albümler yapan ama ne ona ne buna yaranabilen tiyatro oyuncusuydu o.
Bu tercih belki de eleştirilebilecek bir şey değildir. Belki hırs biriktirmeden, “en büyük kim” listelerine dahil olma ihtirası gütmeden, sadece canının istediğince müzik yapmak, yapabilmek de bir yoldur. Elinizdeki malzemeyle yaptığınız tatsız yemek, yiyenleri memnun etmese de, sizi tatmin ediyor olabilir. Ne çare ki bu durumdan memnun kalmayanlar da söylenir; tıpkı şu anda benim yaptığım gibi.
Bundan birkaç ay önce piyasaya çıkan iki şarkılık “single”daki her iki şarkıyı da sevmiş biri olarak, albümü dinlerken aynı heyecanı duyduğumu söyleyemem. Daha ilk şarkıda yani albüme adını veren “Zil”de Emre Altuğ’un artık şirazesinden çıkmış bir biçimde şarkının bestecisi Soner Sarıkabadayı’nın (üstelik kulağa da hiç hoş gelmeyen) vokal tekniğini birebir taklit etmesi, dakika 1 gol 1 hüsranı yaratıyor dinleyende. Zilli, kapılı, tokmaklı şarkı ise ondan da fena.
Albümün nispeten öne çıkabilecek şarkılarından biri olduğunu düşündüğüm “Adını Söylerim” ve daha önce “single”da da yer alan “Sev Diyemem”, Altuğ’un oryantal arayışlarında doğru çıkış bulduğu şarkılar. İlla bu tür şarkılar söylemek niyetindeyse, bu iki şarkının da amaca hizmet ettiği söylenebilir.
Neden yapıldığını asla anlayamadığım “Bu Son Olsun”da, Dervişan’la birlikte Cem Karaca’nın dimdik durduğu günlere selam çakan Emre Altuğ, “Yalan Dünya”da ise tam ters köşeden, bu defa sufizme bağlıyor ve kadere inanıyor.
Gerek melodik yapısı, gerekse fena altyapısıyla doksanlı yılların “kasette boş yer kalmasın” şarkılarından biri gibi tınlayan “Ben Daha Büyüyorum” ve yine aynı dönemin “Bir slogan buldum şahane, şarkı yazayım hemen” mantığından türemiş gibi duran “Hastasıyım” bence albümün en kötüleri.
Tipik bir demlenme şarkısı olan “Masal Sevdayla Başlar”da Emre Altuğ’un “demli” yorumu şarkının bildik pop-alaturka armonisine lezzet katıyor belki ama oradan öteye de götürmüyor. Yine de bu şarkı albümün iyilerinden.
Albümdeki tek Emre Altuğ bestesi “Tek Aşkım” ise, bütün şarkıların arasında ilan-ı aşk eden sözleri (ki bu aralar seviyor memleket bu kurguyu) ve akılda kalıcı melodisiyle yine ehven-i şerlerden.
Tamamen yanlış albüm görselleriyle fiziksel avantajını boşa harcayanlar listesinin başına, sadece bu albüm kapağı için bile, Emre Altuğ adını yazabilmek mümkün. Kartonet hakkında söylenebilecek tek şey de sanırım bu.
Bu albüm neresinden baksanız dile dolanacak en az üç şarkı çıkarır; bu da Emre Altuğ’u bir süre idare eder. Ama daha fazlasını yapmaz. Bunu yazdığım için üzgünüm, ama öyle.
HAZİRAN 2011
Daha önce Tanju Okan diskografisinin büyük bir bölümünü iki disk halinde yayımlayan Odeon Müzik, bu albümlerle bugün ulaştığımız “nostalji” furyasının da çıkış noktalarından biri olmuştu. Odeon Müzik, yıllar sonra bu defa daha önce yayımlanmamış kayıtlarla oluşturulmuş bir Tanju Okan albümü daha çıkarıyor dinleyici karşına.
Düşünün bir Frank Sinatra’nın, bir Elvis Presley’in daha önce yayımlanmamış, yıllardır bir köşede unutulup kalmış bir canlı konser kaydı günün birinde bulunsa nasıl kıyamet kopar. Kopuyor da nitekim. Yani en azından Batıda böyle bu. Çünkü kıymet verilen şarkıcılar, besteciler, yorumcular değerlerini asla yitirmiyorlar; yaşlansalar, hatta ölseler bile.
Bizim ise unutkan bir toplum olduğumuz aşikar. Hatta bu unutkanlığın vefasızlıkla yer değiştirdiğine de sıklıkla şahit oluyoruz. Cahide Sonku’dan başlar, Ergüder Yoldaş’tan devam ederim; konu uzar gider...
Özetlemek gerekir ise, çok ama çok kıymetli bir albüm bu; çünkü bir Tanju Okan daha yok ve asla da olmayacak. Ondan geriye ne kaldıysa, ne bulduysak kâr. O eşsiz, o kocaman, o kan sıcağında, güneşli, yıldızlı, yağmurlu, hayat kokulu sesi, o sesin şarkılara kattığı nefesi ne kadar duyar, hissedersek o kadar yıkanacak kulağımız, ruhumuz, kalbimiz…
“Ve Tanju Okan Sahnede” albümünde, tamamı canlı kaydedilmiş on üç şarkı var. İngilizce ve İtalyancalar, pop-caz türkü yorumları ve bildik Tanju Okan şarkıları. “Kadınım”dan “İzmir’in Kavakları”na, “Mühür Gözlüm”den “Tamo E T’amero”ya başından sonuna dek dinlemelere doyulmayan bir konser, bir şölen, bir festival. Canlı canlı çalan orkestranın tadı, bilgisayar eli değmemiş katıksız müziğin doyumsuz hazzı ve dünya çapında bir şarkıcı; Tanju Okan.
Tanımıyorsanız tanımak, tanıyorsanız hatırlamak, yeniden keşfetmek için, ve elbette altmış ve yetmişli yılların televizyonlardaki dönem dizilerinde gördüğümüz kadife kumaşlı pespaye koltuklar, beyaz saç bantları ve “lakin”le başlayan “o vakit”le devam eden cümlelerden ibaret olmadığını anlamak için… “Ve Sahnede Tanju Okan”! Buyurun, dinleyin!
HAZİRAN 2011
Mustafa Sandal da Gülben Ergen de müzik piyasasında muhteşem şarkıcılar olarak anılmadılar yıllardır. Ortalama seslerinin eksiğini yeri geldi doğru şarkılarla, yeri geldi görsel ambalajı sıkı tutarak kapattılar ve pekala da ayakta kaldılar. Tek ortak paydaları da buydu zaten. Yoksa hitap ettikleri kitle ve pazardaki payları düşünüldüğünde birbirlerinin yolundan geçmeleri pek de ihtimal dahilinde değildi.
Artık Gülben Ergen, Sibel Can’ın Kenan Doğulu’dan şarkı alıp onunla düet yaptığını duydu, gördü de oradan mı aklına geldi bilinmez ama albüm de albüm diye hafta dokuz gün sekiz stüdyolardan “tweet”lemekte iken durduk yere beklenmedik bir şekilde bir düet “single”la dinleyici karşısına çıktı. Evet müzikal anlamda Gülben Ergen son birkaç yıldır çok başka bir yere gitti ve Ebru Gündeş-Sibel Can ve de Hülya Avşar-Seda Sayan çizgisinden bir hayli uzaklaştı, düpedüz poplaştı ama Demet Akalın-Hande Yener-Gülşen çizgisinde de değil. Peki nedir o halde bu Mustafa Sandal sevdası?
Bir kere Mustafa Sandal’ın çok uzun zamandır doğru dürüst bir “hit” çıkaramadığı, bu anlamda çok yaratıcı ve üretken bir müzisyen olmadığı bir gerçek. Olmak zorunda da değil aslında. Kısıtlı sesine rağmen pop müziğin gerektirdiği bütün sempati ve sahne enerjisi var onda. Yani kimden olsa şarkı bulup başa güreşmeye devam edebilir. O ise ısrarla çok küçük bestelerle müzisyenliğini ispat derdinde.
Hal böyleyken bir Mustafa Sandal şarkısı Gülben Ergen’e ne katar? Hadi orijinali bir Arap şarkısı olsun ve Mustafa Sandal sadece sözleri yazsın (ki öyle olmuş); peki Mustafa Sandal’la düet yapmak Gülben Ergen’e ne katar? Modaya uyulsun diye midir sadece?.. “Rakipler yaptı, biz de yapalım” mıdır?.. Peki, ona da kabul; modaya uyulsun, rakiplerden geri kalınmasın. Peki insan daha iyi bir şarkı bulalım da en azından şu havamız, iddiamız boşa gitmesin diye de mi düşünmez? Nedir Allah’ınızı severseniz bu “kıpır kıpır, şıkır şıkır, tıkır tıkır” kafiyesi?.. Bu bile tek başına bu şarkıyı (en hafif tabiriyle) “basit” kılmıyor mu?
Gülben Ergen’in Demet Akalın ve benzerleriyle baş edemeyeceğini anlayıp “Uzun Yol Şarkıları” albümüyle başka bir kulvara geçmesi ve kendini oradan daha “saygın” konumlandırarak çıkması (“Giden Günlerim Oldu” gibi kötü bir şarkıya rağmen) zekice planlanmış ve başarıya ulaşmış bir manevraydı. Ama sanırım aranın zamanca değil ama mesafece fazla açılması, o çoluk çocuk sahibi olurken rakiplerin hiç boş durmaması ve üstüne özel hayatındaki malum tatsız gelişmeler Gülben’in paniğe kapılmasına sebep oldu. Yoksa bu şarkıyı sahiden beğendiğini, bu düete içine sinerek imza attığını düşünmüyorum (her ne kadar kendisi her yerde sürekli bunun aksini ifade etse de.) Çünkü o çok zeki bir kadın.
HAZİRAN 2011
Aliye Mutlu ismi aslında “Aşk ve Ceza” dizisinin izleyicileri tarafından bir süredir biliyormuş. Öncesinde çok sayıda filme müzik, çok sayıda filme de dublaj yapmış olan Aliye Mutlu, birkaç da sinema filmi ve televizyon dizisinde oynamış olmasına rağmen, “Aşk ve Ceza” dizisi için seslendirdiği şarkılarla ciddi bir hayran kitlesi edinmiş. Mişli muşlu cümleler kuruyorum zira ben bu durumun geç farkına varanlardanım. Bahis konusu diziyi hiç izlememiş olmam bir yana, dizinin Kıraç tarafından hazırlanmış müziklerini (albüm olarak yayımlanmadı ama dijital platformlarda satışa sunulmuştu) oturup dinlememişim hiç. Bunda Kıraç’ın payı var mıdır? Pekala mümkündür.
Aliye Mutlu’nun söz ve müziği de kendisine ait bir şarkısı geçtiğimiz günlerde hem radyolara, hem de televizyon kanallarına servis edildi, ardından da dijital platformlarda satışa sunuldu.
TMC’nin piyasanın gelmiş geçmiş en temkinli müzik yapım şirketlerinden biri olduğu bir gerçek. Adımlarını çok sağlam atıyor. TMC’nin kitabında deneme-yanılmayla, el yordamıyla iş yapmak, işi şansa bırakmak, “ya tutarsa”lara bel bağlamak yok. Portföyünde sadece kendi çizgisindeki isimleri bulunduruyor ve şaşırtıcı bir şekilde hiç kimse o çizginin dışına çıkmıyor. Bunlardan dolayı da TMC etiketli her yeni albüme, özellikle de her ilk albüme ayrı dikkat etmek gerekiyor.
Sinema filmlerinin başında perdede görünen yapımcı firma logolarına göre filmin güzel olup olmadığına kanaat getirme geyiği vardır ben kendimi bildim bileli. MGM’nin aslanı kükredi mi “Aaa tamam bu aslanlı filmler güzel oluyor,” der oradan birisi çıkıp. İşte tam da o hesap. TMC etiketi her ürün için belli bir çizginin üstünü vaat ediyor ve benim bu düşünceyi dillendirecek kadar içselleştirmiş olmam da şahsi genelleme başarımı değil, TMC’nin marka yönetimi başarısını gösteriyor.
Bunları sayıp dökmek zorundaydım ki konu Aliye Mutlu’ya doğru yol alsın. Çünkü Aliye Mutlu çok uzun soluklu müzik serüvenine rağmen, aslında popüler müzik piyasasına resmi girişini bu şarkıyla yapıyor ve bunu TMC çatısı altında yapabiliyor olması ciddi bir şans. Çünkü yukarıda saydığım sebeplerden dolayı ister istemez kulak kabartacak kişi sayısı çok. Bunlardan biri de bendim nitekim.
Bulgaristan Varna doğumlu Aliye Mutlu’nun bütün okul hayatı İstanbul’da geçmiş. Daha 14 yaşındayken dans dersleri almaya başlamış, lisedeyken bir yandan da konservatuarda yarı zamanlı olarak okumaya başlamış. Üniversite düzeyinde konservatuar eğitimini ise opera ve şan üzerine almış ve sonrasında hayatını tamamen müziğe adamış.
“Aşk Kokusu” dinleyene iyi gelen bir şarkı. Bunda şarkının hem sözleri, hem de müziğindeki pozitif enerjinin payı çok büyük kuşkusuz. Ama bu enerjiyi sesi ve mimikleriyle çok iyi yansıtan bir de Aliye Mutlu var. Nevzat Yılmaz’ın bir yandan nefeslilere bir yandan da zillere yüklenen eski stil düzenlemesi de bu şarkıda bir artıya dönüşmüş. Şarkı adeta bunu istemiş.
Şarkıyı da sevdim, Aliye Mutlu’nun enerjisini de. Dizi için yapılmış şarkılardan aynı tadı alamadığımı da söylemeliyim ama elbette onları başka bir yere koymak gerekiyor. Sesini çok iyi kullanabildiği ortada. Her şancının sesinin marifetlerini gösterme hevesi de malum. Ama Aliye Mutlu’nun buna ihtiyacı yok. Şayet bu sıcaklıkta başka şarkılarla devam ederse, çok daha fark edilir olması ve kimselere benzetilmeden adını kabul ettirmesi uzak ihtimal değil.
Hakan Yonat’ın çektiği dijital animasyonlara dayalı klibin ise şarkının neşeli ruh halini yeterince yansıtamadığını, aksine karanlık ve soğuk bir dünya yarattığını düşündüm ilk izleyişte. Tamam teknik şahane ama şarkının duygusuyla örtüştüğünü söyleyebilmek biraz zor. Daha renkli cıvıl cıvıl, yine de animasyonlu ama çiçekli, böcekli bir klip amaca çok daha fazla hizmet edebilirmiş aslında.
HAZİRAN 2011
Hakkımda
Yavuz Hakan Tok
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.
Bu Hafta Çok Okunanlar
-
MABEL MATİZ - "FATİH" “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
-
(Milliyet Sanat dergisi Şubat 2023 sayısında ve 5 Şubat 2023 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır.) 1997 yılında bir vesileyle Pre...
-
Wikipedia’da Dilhan Şeşen’den “Türk şarkıcı ve şarkı yazarı. Burhan Şeşen’in kızı, İlhan Şeşen’in yeğeni.” cümleleriyle bahsedilmiş. Bundan ...
-
"BAZEN SIĞ, BAZEN DİBİ YOK" Hande Yener albümleri/şarkıları hakkında yazmayı seviyorum, o belli. Neredeyse her albümünü yazmışım. ...
-
Deniz Tekin müziği bırakmış. Neden? Açıklaması o kadar muğlak cümlelerle dolu ki şu veya bu sebepten diyebilmek mümkün değil. Kendince açık ...
Arşivden
-
Yabancı Gelin Sonia, Türkiye'de nasıl ünlü bir sinema oyuncusu ve şarkıcı oldu?.. Yetmişlerde ona kim, neden açık çek verdi? Dillere...
-
ENBE ORKESTRASI - "SENDEN KIYMETLİ Mİ?" Bütün tartışmalara, eleştirilere rağmen popüler müzik piyasasında ENBE damgası vurulmuş ...
-
"Hani Peter Pan masalı gibi bir hayal dünyası vardır ya; orada kötülük yoktur, orada ihanet yoktur, orada acı çekilmez. Bizim şarkılar...
-
MABEL MATİZ - "FATİH" “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
-
MUSTAFA BOZKURT – “YOL” Esinlenme, etkilenme, ilham alma, sanatın her dalında bir çıkış noktası olabilir. Önünde bir örneği, daha önce yap...